Katkıda bulunanlar

13 Aralık 2011 Salı

Yeni Yıl Herşeyi Affediyor...

Ne kadar hayal kırıklığı, kalp acısı, sınav sancısı, gözyaşı varsa yıldan arta kalan, yenisi gelip çattığında flu bir fotoğrafa dönüşüverir her biri. Ne kadar olumsuzluklar varsa, kırıntılarını bile hızla süpürmeye başlarız kalbimizden. Dilek ağacı çoktan kurulmuştur yeni bir yıla girerken.

Her dalındaki bembeyaz pamuktan kar taneleri, hayatımıza konacak rengarenk süprizlerdir,
Kırmızı Noel Baba süsleri, yükseltilecek notlar olabilir,
Yaldızlı toplar, verilecek kilolar içindir,
parlak püsküller, anneyle düzeltilecek ilişkileri simgeler,
Minik kırmızı kalpler, edinilecek yeni sevgili ya da sürüncemedekine denilecek "bye bye" dan başka bir şey değildir,
Pullu yıldızlar, izlenecek filmler, gidilecek konserler olabilir mi örneğin ;)
Daha ,"sahip olunacak evcil minik dostlar", kimbile bilir ki belki "özlem duyduğumuz sevdiklerimiz" gelip kapımızı çalacaklar. Artık karşılamaya hazırızdır gelen yılı! Buna artık hazırım. "Çok isteyince bir gün mutlaka gerçek olur " sözüyle 365 günün fotorafını netlemenin tam zamanı şimdi! Zaman kaybetmeden içimizdeki inancı sağlamlaştıralım. Yeni yıl her şeyi affediyor çünkü! 2012 şansını kaçırmamalı!

((S.s @--->-)Bunu hatırla) "Herkese huzurlu aşk dolu yıllar"


20 Ekim 2011 Perşembe

Allah düşmanın bile şereflisini versin..

“Vergi vermezsin, yardım alırsın. Fatura ödemezsin, bizden keserler. Cahilim dersin, öğretmeni şehit edersin. Hastayım dersin, doktoru şehit edersin. Yolumuz yok dersin, mühendisi şehit edersin. Asfaltı kazar mayınla patlatırsın. Resmi dilini bile öğrenmeye tenezzül etmediğin devletten iş beklersin. Fakirim dersin ama inatla çoğalıp virüsleri bile kıskandırırsın. Fakirim dersin, aşiret düğününde görgüsüzlüğün dibine vurursun. Sıkıntın varsa, gel uzlaşalım, kardeşçe yaşayalım dersin, olmaz bu topraklar bizim diye iddia edersin. Biz bu toprakları kanla aldık, kanla veririz deriz, savaşalım deriz, pis faşist dersin. Arkamızı döndüğümüzde pusu kurarsın. Bıktık artık kardeş ayaklarından, Allah düşmanın bile şereflisini versin.. ”

25 Haziran 2011 Cumartesi

Kadınlar Neden Aldatır?


Amerika eski başkanı Bill Clinton’un eşi,Hillary Clinton, aldatılmasına rağmen evliliğini sürdürerek kadınlar arasında bir sembol haline gelmişti. Ancak bu günlerde bir kadın, sorunlu giden bir ilişkinin içinde sıkışıp kalmak ve arkadaşlarına şikayet etmek yerine aldatmayı seçebiliyor. Bilimsel açıdan konuya baktığımızda gerçekten de çok ilginç veriler ortaya çıkıyor.

www.kamusagligi.com olarak size uzmanların kadınların neden aldattığına yönelik yaptığı araştırmalar ve anketler sonucunda bulduğu cevapları aktarmak istiyoruz. İşte kadınları aldatmaya yönelten en sık rastlanan 6 durum.

1.Sıradanlık Eşler Arasına Mesafe Koyuyor

Amerikan St. Johns Sağlık Kurumu’nda yönetici olarak çalışan Psikolog Dr. Nancy O’Reilly en sık rastlanan aldatma nedenini, sıradan ve sıkıcı bir hayat yaşanması olarak açıklıyor. Her gün çocuklar, faturalar, ev işleri derken kendini sürekli tekrar eden bir hayat kadınları bunalıma sürüklüyor. Bu durumda kendini ev işleri yapan birinden farksız görmeye başlıyor ve dışarıdan gelen herhangi bir ilgi dikkatini çekiyor.

Amerikan Oakland Üniversitesi’nde Sosyoloji Profesörü ve Michigan Üniversitesi’nde araştırmacı profesör olarak çalışan Teri Orbuch, “ Eğer eşler arasında duygusal ya da fiziksel bir iletişim sorunu varsa, kadınlar bu isteklerini giderebilecekleri ilişkiler kurmaya yönelebiliyor. Yaşadığınız ilişki sizi mutlu etmiyorsa, bu duyguyu eşinizden başka birinde arayabilirsiniz,” diyor.

2.Paralel Hayatlar

Evlendikten sonra her adımı birlikte atmaya alıştığınız eşinizle farklı ilgi alanlarına sahip olmak, aradaki bağların zayıflamasına neden olabilir. Eşiniz futbol maçı izlemek isterken siz sinemaya gitmeyi tercih edebilirsiniz.

Zamanla birlikte geçirdiğiniz zaman ve ortak noktalarınız azalır. Gittiği yerlerde onunla aynı zevk ve hobileri paylaşan bir erkekle karşılaştığında ise kadın, bu kişiyle eşinle olduğundan daha fazla şey paylaştığını ve onun yanında daha mutlu olduğunu düşünebilir. Uzmanlara göre bu duygu; kadını, gerçekten istemese bile, eşinde bulamadığı mutluluğu dışarıda aramaya itebiliyor.

3.Heyecan Bitince Sorunlar Başlıyor

Dr. Nancy, “ Bazı kadınların oldukça güzel evlilikleri var; çocuklar, eşleri ve sağlıkları yani her şey yolunda. Ancak evlilikleri sıkıcı olmaya başlamışsa yeni heyecanlar aramaya yönelebiliyorlar,” diyor.

Her şey yolunda gitse bile ilişkinin ilk zamanlarındaki hayallerin, umutların, saatlerce oturup sohbet etmenin özlemi ağır bastığında kadınlar, bu heyecanları yeniden yaşamak istediklerini belirtiyorlar. www.kamusagligi.com tarafından hazırlanmıştır.

Ünlü bir sosyal ağ yöneticisi Stephany Alexander sitede yürüttüğü anket sonucunda “ Aldatan bir kadın, yakalanmamak için uğraşmanın ve kovalamanın verdiği heyecanı cazip bulur,” diyerek kadınların aldatmalarının nedenlerinden birini açıklıyor.

4.İntikam Alma İsteği Ağır Basıyor
Günümüz kadınları eskiden olduğu gibi oturup eşlerinin onları aldatma ihtimalini düşünmüyor. Uzmanlara göre, eğer bir kadın eşinin onu aldattığına dair en ufak bir şüphe dahi duyarsa, intikam alma isteğiyle o da aynı yolda ilerleyebiliyor.

“Göze göz, dişe diş”
mantığı günümüz ilişkilerinde dahi görülebiliyor. Eşlerinin onları aldattığını düşünen kadınlar aynı hakkı kendilerinde de görüyor. Tartışılabilir bir bahane olmasa da çoğu kadın eşlerinin onları aldatmasına karşılık intikam almayı tercih edebiliyor.

5.Güvende Hissetme İhtiyacı

Kadınları aldatmaya iten bir diğer neden ise kendilerini güvende hissetme istekleri. Bir ilişki başladığında kadın her konuda kendini güvende hissetmek ister. İşte, evde ve dışarıda başkalarından gelebilecek tehlike ya da durumlara karşı korunma ihtiyacı hisseder. Bir sorun olduğunda yanında birinin varlığına gereksinim duyar.

Uzmanlara göre, eğer erkek bu güveni sağlamada başarısızsa, kadın kendini savunmasız ve yalnız hissedebilir. Böyle bir durumda kadın, eşiyle konuşarak bu sorunu çözemediğinde, ihtiyacını duyduğu korunmayı başkalarında arayabilir.

6.Ego Tatmini

Kadınlar çok sevdikleri ve sevildiklerini hissettikleri bir ilişki yaşıyor olabilirler. Ancak eşinin onu sevdiği için iltifat ettiğini düşünmeye başladığında, gerçekten güzel ve çekici olduğunu başkalarından da duyma isteği duyar.

Başka birisiyle birlikte olmak, hala arzulanılan bir kadın olduğunu kendine kanıtlamanın en kolay yoludur. Dr. Orbuch bu durumu; “ Eşiniz sizi ne kadar severse sevsin, güzelliğinizi ve çekiciliğinizi diğer kişilerden de duymak isteyebilirsiniz. Bu durumda kadınlar eşlerini aldatma yolunu seçerek kendi egosunu tatmin edebilir,” diyerek açıklıyor.

Aldatmanın ardındaki neden ne olursa olsun, erkekler eşleri ile kendileri arasındaki sorunları çözmeye çalışmalıdır. Kadınlar oldukça duygusaldır. Sevgi ve şefkatle yaklaşıldığında, bir hata yapmış olsalar bile pişman olup hemen geri adım atmayı düşüneceklerdir.
Bu konuda www.kamusagligi.com olarak size önerimiz uzmanların da onayladığı gibi; küçük sorunların büyüyerek ilişkinizi bozmasını izlemektense problemler henüz çok küçükken çözmeyi deneyin. İki insan arasındaki ilişki, kendini sürekli yenilebilen ve ilk günkü heyecanı korumaya çalışan bireyler sayesinde uzun yıllar sürüp gidebilir.

24 Mayıs 2011 Salı

En büyük güç: Karanlık

NASA'nın 200 bin galaksi üzerinde 5 yıl boyunca ve kozmik zamanda 7 milyar ışık yılı geriye gidilerek yapılan gözlemler sonucunda, evrende karanlık enerjinin, yer çekimi gücüne baskın olduğu ve evrenin giderek artan bir hızla genişlemesini sağlayan düzenli ve tek vücut bir güç olduğu teyit edildi.

NASA'nın internet sitesinde yer alan habere göre, uzayda bulunan "Galaksi Evrim Kaşifi (Galaxy Evolution Explorer)" aracı ve Avustralya'nın Siding Spring dağlarının zirvesinde bulunan teleskopla yapılan gözlemleri izleyen dikkatli ölçümler, galaksilerin birbirinden uzaklaştığı bilgisini bir kez daha doğrularken, bulgular, karanlık enerjinin varlığının, şimdiye kadar sağlanan en iyi teyidi oldu.

Avustralya'daki Swinburne Teknoloji Üniversitesi'nden Chris Blake, bu durumu, "bir taşı havaya attığınızda, bir süre sonra hızının azalmayıp, giderek artması ve havada giderek daha hızlı biçimde yol almayı sürdürmesi gibi" ifadeleriyle tanımlıyor.

Araştırmayla ilgili iki makalenin yazarlarından olan Blake, karanlık enerjinin bir kozmolojik sabit güç olduğunu en iyi şekilde teyit ettiklerini belirterek, baskın olan yer çekimi olsaydı, "karanlık enerjinin zaman içerisindeki bu düzenli, sabit etkilerinin gözlemlenemeyeceğini" belirtti.

Gizemli karanlık enerji, evrenin yapı taşlarını birbirinden uzaklaştırıyor. Yapısı bilinmediği, sadece gözlemler sonucu tahmin edilebildiği için, bu gizemli enerjiye karanlık enerji adı veriliyor. Karanlık enerjinin, evrenin yüzde 74'ünü oluşturduğu düşünülüyor. Karanlık madde ise karanlık enerjiye göre daha az gizemli, hakkında daha çok şey biliniyor ve evrenin yüzde 22'sini oluşturuyor. Geriye kalan, atomların oluşturduğu ve gezegenleri, yıldızları ortaya çıkaran olağan madde ise evrenin sadece, yaklaşık yüzde 4'lük bir kısmı.

Karanlık enerji düşüncesi, süpernova patlamalarının yerleri arasındaki değişimler gözlemlenerek, 1990'lı yıllarda ortaya atıldı. Bu yeni çalışmayla da, bu düşünce teyit edildi. Astronomlar önce, "Galaksi Evrim Kaşifi" aracının sağladığı verilerle, uzak evrendeki galaksilerin üç boyutlu bir haritasını çıkardı.

Avustralya'daki teleskop yardımıyla da, galaksiler arasındaki mesafelerle ilgili ölçümler yapıldı. Bu çalışmada, evrenin erken dönemlerinin bıraktığı ses dalgalarından da, galaksiler arasındaki mesafe değişimlerini belirlemek amacıyla yararlanıldı. Sonuçlar, galaksilerin giderek artan hızla birbirinden uzaklaştığını gösterdi. Bilimadamları, galaksi kümelerinin kentler gibi giderek büyüdüğünü, binlerce galaksilik kümeler oluştuğunu, bu kümelerin yer çekimi etkisiyle kendisine doğru yeni galaksileri çektiğini, ancak karanlık enerjinin ise bu kümeleri dağıtma yönünde çalıştığını, bu nedenle galaksilerin kümelenme sürecinin yavaşladığını belirledi. Bu da karanlık enerjinin, dağıtıcı gücünün ölçülmesine olanak sağladı.

Çalışmalardan elde edilen sonuçlara göre karanlık enerji ve yer çekimi, birbirine zıt ancak birbirine bağımlı "yin-yang" gibi, iki güç. Evrenin erken zamanlarında yer çekimi baskın durumda idi. Evreni ortaya çıkaran ''Büyük Patlama''dan 8 milyar yıl sonra ise karanlık enerjinin gücü öne geçmeye başladı ve evren genişledikçe yer çekimi gücünün etkisi zayıflamaya, madde, giderek hızlanan bir süreçle evrende dağılmaya başladı. Bundan milyarlarca yıl sonra, karanlık enerjinin daha da baskın hale geleceği düşünülüyor. Milyarlarca yıl sonra galaksiler birbirinden o kadar uzaklaşmış olacak ki, bu galaksilerde yaşayan zeki canlılar bir diğer galaksiyi artık göremeyecek.

NASA astrofizik direktörü Jon Morse, elde edilen sonuçlara ilişkin yaptığı açıklamada, "astronomların son 15 yılda yaptıkları gözlemler, fizik bilimi alanında en şaşırtıcı keşiflerden birinin yapılmasını sağladı. Bu da, evrenin, Büyük Patlama ile tetiklenen genişlemesinin hızlanarak sürdüğüdür. Bağımsız yöntemler ve Galaksi Evrim Kaşifi aracının sağladığı verilerin kullanılmasıyla, karanlık enerjinin varlığından daha fazla emin olduk" dedi.

Karanlık enerjiyle ilgili çalışmaların sonuçlarına ilişkin haber ve görsellere, NASA sitesinden "http://www.nasa.gov/mission_pages/galex/galex20110519.html" bağlantısıyla ulaşılabiliyor.

30 Nisan 2011 Cumartesi

NASA Mars robotu - Spirit




Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi'nin (NASA) Mars'a sadece 3 aylığına gönderdiği tekerlekli robotlardan Spirit, Kızıl Gezegen'de 7. yılını doldurdu.

Fox News'e göre, golf arabası boyutlarındaki robotlardan 4 Ocakta Mars'a inen Spirit, 1,5 yıl önce saplandığı kumluk arazide mahsur bulunurken, 25 Ocakta Kızıl Gezegen'e inen ikizi Opportunity, dev Endeavour kraterinde hala çalışmaya ve gözlem yapmaya devam ediyor.

Mars'ın geçmişteki su faaliyetiyle ilgili kanıt bulmak üzere gönderilen ve "kullanım süreleri" çoktan biten robotlardan, Spirit kuma saplanmasının ardından mart ayında da Dünya ile iletişimi kesti.

Ancak Mars'ın robot programı yöneticileri, "gözü pek" Spirit'in birkaç ay sonra uyanabileceğini düşünüyorlar.

Mars yüzeyinde yaklaşık 2 bin 500 gün geçiren iki robot da Kızıl Gezegen'in bir zamanlar sulu, sıcak bir yer olduğuna dair birçok kanıt bularak bilimadamlarının bu gezegenle ilgili anlayışlarında köklü değişiklikler sağladı.

Spirit ve Opportunity, ayrıca yeni teknolojileri deneyerek ve nelerin mümkün olduğunu ortaya koyarak ilerideki robot programları için önemli birer yol gösterici oldu.

24 Nisan 2011 Pazar

Kalbimiz kendi içimizdeki ve dışarıdaki tüm zıtlıkları birleştirebilecek, bizi varolan herşeyle bütünlüğe kavuşturabilecek ilahi mabed...




Bizim gülümüz kalbimiz... Kalbimizin kapısı sevgiye açıldığında, Aşk'ın ışığı ile uyanırız, aydınlanırız ve etrafımıza ışık saçarız...

Güneşin çiçeği gül ondan aldığı ışıkla etrafına güzellik, zevk ve haz verir. Gülün hiçbirşey yapmasına gerek yok; o sadece vakti geldiğinde açar. Gül birileri beni sevsin, güzel bulsun diye çaba harcamaz, etrafında başka birşey olsa da olmasa da açar; kokusunu, güzelliğini paylaşır. Bizim gülümüz kalbimiz, ruhumuzun yuvası. Kalbimizin kapısı sevgiye açıldığında, Aşk'ın ışığı ile uyanırız, aydınlanırız ve etrafımıza ışık saçarız. Kalbimiz kendi içimizdeki ve dışarıdaki tüm zıtlıkları birleştirebilecek, bizi varolan herşeyle bütünlüğe kavuşturabilecek ilahi mabed...

Gül bize ilahi yaşam kaynağının sırrının aşk ve güzellik olduğunu fısıldar.

Güzelliğin aşkı doğurduğunu ve aşkın 'bir' leştirici özelliğini anlatır. İnsan kalbi din,dil, ırk ayırmadan güzelliği hissedebilen tek organ. O bizi önce kendi özümüzde ve herşeyin özündeki güzeli görmeye ve güzel olmaya davet eder. Taç yapraklarının kat kat açılması kalbimizin sevginin ışığına açılmasını, özdeki cevheri, yani bizi ve herşeyi yaratan ve seven tanrıyı kalbimizde keşfetmemizi anlatır. Tüm zıtlıkları özdeki sevginin ateşinde eritebileceğimizi ve böylece başımıza gelen en negatif şeyleri bile sevgi ile pozitife döndürebileceğimizi fısıldar gül. Güzel-çirkin, iyi-kötü diye ayırmadan sevebildiğimizde varolan herşeyle 'bir'leşebiliriz ve bir gül, bir güneş oluruz. İslam'da gül çiçeğinin Hz Muhammed'le birleştirilmesinin sebebi de budur. Işık aydınlanmayı sembolize eder; aşk'ın ışığı ise kalbimizi aydınlatarak en imkansız hayallerimizi bile hayata geçirecek yaratıcı güce kavuşabileceğimizi anlatır. Kalbin en büyük yeteneği ve gücü sevebilmektir; çünkü ancak gerçekten sevdiğimizde başka bir şeyle 'bir'leşebiliriz ve sadece sevdiğimiz için herşeyi yapabilecek güce kavuşuruz. İşte gül hayatın amacının ve yolunun 'aşk' olduğunu söyler. Gezegenlerin güneşin etrafında döndüğü gibi bizde kalbimize merkezlendiğimizde sonsuz uyumla bu döngünün parçası oluruz, ve her an daha da güçleniriz ve güzelleşiriz.

Gül ve yeniden doğuş... Gül kalbimizi tüm acılardan sevgi ile arındırır, yeniler, şifalandırır.

Acınız, anlayışınızı saklayan kabuğun kırılışıdır. Nasıl bir meyvenin çekirdeği, kalbi Güneş'i görebilsin diye kabuğunu kırmak zorundaysa, siz de acıyı bilmelisiniz. Ve eğer kalbinizi, yaşamınızın günlük mucizelerini hayranlıkla izlemek üzere açarsanız, acınızın, neşenizden hiç de daha az harikulade olmadığını göreceksiniz ...''
Halil Cibran

Kalbimizde hissettiğimiz güzellik duygusu bize yaşamda olduğumuzu hissettirir. Gül kalbimizi aşk'la arındırmaya ve merhametle şifalandırmaya davet eder. Bizi her nefesimizde hayatta olmanın coşkusuna çağırır. Sadece yaşamak değil, yaşamda olmanın coşkusunu hissettiğimiz, kalbimizin atışını duyduğumuz anlar önemlidir. Gülün güzelliği sevginin ebediyetini ve şifasını anlatır. Gül fiziksel olarak kaybettiğimiz kişinin ebediyen ona olan sevgimizle kalbimizde yaşayacağını anlatır. Cenazelerde kalbi kayıp acısı ile sızlayanlara sevenleri güller sunarak tüm üzüntülere rağmen yaşamda olmanın güzelliğini hatırlatır.

Fiziksel gücümüzün farkına varmak için dışarıdan bir ağırlık veya zorlama gerekir. Kaslarımız acıyarak güçlenir. Hayat yolculuğumuzda karşımıza çıkan acılar, sıkıntılar ve kayıplar kalbimizi güçlendirir. Kalbimiz her zorlukta bir kat daha açılır, güçlenir ve merkezimizdeki ışığa biraz daha yaklaşmış oluruz. Kendimizi ve dolayısı ile dünyayı şifalandırmanın, her acıda yeniden doğabilmenin tek yolu yok olana değil var olana odaklanmak. Varolan güzellik içimizdeki sonsuz yaratıcı gücü harekete geçirecek. Göremiyorsak kalbimizin gözü kapalı demektir. İçimizden kızmak, yargılamak geçse bile kendi nefsimize sahip çıkarak varolana sevgi ile odaklanmak bizi yumuşatır ve kendi merkezimizde tutar. Varolanı görebilmek için bizim gözlerimiz gerekli. Biz yoksak zaten hiçbirşey de yok. Kalbimizde keşfedeceğimiz ışık ve cevher kendi dünyamızı ve tüm dünyayı aydınlatabilecek bir güçte. Aynı dünyanın merkezindeki mağma,ya da güneş sisteminin merkezindeki güneşin ısısı ile hayat vermesi gibi bizim kalbimiz de sevgiyle ısındıkça tüm evrene hayat verme kapasitesine sahip. Bir müzisyenin dinleyicilerine, bir yazarın okuyucularına yaşattığı haz gibi...

En güçlü metal altındır. Bakır, demir gibi değersiz metallerin altına dönmesi simyayı simgeler. Kalbimizin güçlenmesi sürekli ışık saçan ve hiçbir şeyden negatif etkilenmeyen altın bir kalp yaratır . Böyle bir bilinç açılımında her durumda var olan mükemmelliğin hazzını yaşarız. Duygularımızın, durumların esiri olmadan, uyarılara tepki vermeden onların üzerindeki benliğimizle onlara hakim bir hale geçeriz. Bu açılımı hayata geçirebilen kişi hem bedenen hemde ruhsal olarak bir uyanış yaşar; kendi bedenini ve yaşamının farklı alanlarını kolaylıkla yenileyebilir.

Altın kalpli bir kişi ilhamını, hayalini kendi gücüyle hayata geçirebilir. Zorlukları yargılamadığı için her an hayatta kolaylıkla ilerleyebilir.

Gül kadındır, aşk kadındır. Kadın yaratandır. Kadın sonsuz şefkat, merhamet, yaratıcılık , ebediyet kaynağıdır.

Beyaz gül masumiyet, kırmızı gül şehvet... Altın GüL simya - zıtlıkları içimizde eritmek, onlarla birleşebilmek, sonsuz yaratıcılık ve mükemmeliyete ulaşılması...

Evrendeki eril ve dişi gücün birleşerek meyvalar vermeleri hayattaki sonsuz döngüyü anlatır. Kuşlar, çiçekler, yaşayan tüm canlılar birleşir... ancak birleştiklerinde yaşam devam eder. Birleştiren güç ise güzelliktir. Evrende güzel olma rolü kadına verilmiştir. Bu yüzden simyayı temsil eden altın gül aşk ve güzellik tanrıçası olan Afrodit'in simgesi olarak bilinir. Gül'ün hayatta olma amacı güzellik ve haz vermektir. Biz nasıl gülden aldığımız güzellikle en karanlık günümüzde bile hayatta olmanın güzelliğini hissedebiliyorsak, kadın da sınırsız merhamet ve sevebilme gücü ile erkeğine, çocuklarına ve dünyaya sonsuz ışık verebilme kapasitesi ile doğmuştur. Kadının doğası aşkın özünü anlatır.

Genç bir kız masumiyeti ve bekareti ile beyaz bir gülle birleştirilir. Güneşin rengi kırmızı gül ise aşkla gülün kızarmasını ve erkeğin içindeki arzuyu uyandırmasını simgeler. Kadının güzelliğinin, yumuşaklığının gücü erkeğin arzusunu harekete geçiriyor. Artık gül yani kadın tüm dünyaya güzelliğini, yaratıcılığını yaymaya, haz vermeye hazırdır. Ateş ayrı olan iki farklı elementi eritir ve birleştirir. Altın gül simyayı, kadın ve erkek gibi tüm zıt kutupların aşk ile birleşmesinden, dengelenmensinden doğan mükemmeliyeti simgeler. Bu birleşmenin özünde güzelliğin arzuyu harekete geçirmesi ve yeni bir can'ın, meyvanın, eserin bedenlenmesi anlatılır. Kadın ve erkek birleştiğinde iki zıt kutup, artı ve eksi, güç ve merhamet birleşmiş oluyor. Bu birleşimden müthiş bir haz ortaya çıkıyor. Hazla birlikte ise kadın ve erkek bir iken birleştiklerinde sadece iki olmuyor - ortaya çocuklar çıkıyor... Doğan çocuklar ise tüm evrenindir ve anne ve babayı da ölümsüz yapar; kadın ve erkek çocuklarında ve onların çocuklarında ebediyen yaşar. Aynı sembolizm hayata kendi özümüzden birşeyler vermek adına, aşk ile hayata geçen tüm yaratıcı işleri kapsar. Yani, kendi varlığımızı, canımızı sevgi ile yarattığımız çocuklarımız veya eserlerimiz sayesinde ebedi yapabiliyoruz...

Gül'ün sırrı - nasıl her an Aşk'la bağlantılı olabiliriz? Her an nasıl güçlü, güzel ve ışıl ışıl hissedebiliriz?

Bir elektrondan, tek bir hücreden tüm güneş sistemine kadar kendini tekrar eden ilahi merkezin etrafındaki dönüş hayatın gizemini anlatır. Kalbimiz psikolojik ve biyolojik olarak vücudumuzun merkezi, ısı ve ışık kaynağıdır. Ancak kalp merkezimizin etrafında dönebildiğimiz sürece dengeyi ve mükemmel uyumu sağlayabiliyoruz. Işık bir lambadaki gibi hep artı ile eksi arasındaki dirençten çıkar. Kalbin enerji ve ışık verebilmesi için, içinde artı ve eksi kutuplar olması lazım. Işığın sürekli olabilmesi içinse bu iki kutbun dengede durması lazım. Ara sıra ışığımızı kaybetmemizin sebebi kısa devreler, yani kutuplardan birinin ağır basması. Dengemizi kaybettiğimizde huzurumuz kaçıyor. İhtiyaç duyan, almak isteyen küçük sesimize, eksi kutbumuza, sevdiğinde herşeyi hayata geçirebilecek güçte olan diğer sesimizle, artı kutbumuzla cevap verdiğimizde dengeye kavuşabiliyoruz. Almak isteyen, arzulayan sesimiz sayesinde arzuladığımız neyse ona kavuşmamız mümkün. O şeyi arzulamamız zaten onu hayata geçirebilecek gücün kendi içimizde olduğunun işaretidir. Arzunun yaratıcı gücünü sevgi ile harekete geçirmek yeterli; karanlıkta elektrik düğmesine basmak gibi.

Her adımımızı, her lafımızı, her düşüncemizi sevgi vermeye, paylaşmaya odaklamak bizi sürekli dengede tutacak, sürekli bolluk kaynağının etrafında dönmemizi sağlayacak tek bilinç. Bu bilinçte insan kendi bedeninde ve kalbinde zıt kutupları bütünleştirebilir. Eril güç binlerce yıldır geride bıraktığı dişi yönünü harekete geçirecek, daha fazla sevgi ve şefkat diyecek. Dişi güç ise duygusallıktan sıyrılıp eril yönünü harekete geçirecek... Kişi kendi içindeki iki zıt kutbu birleştirerek sonsuz bolluk kaynağına ulaşır ve dünyaya güzel meyveler bırakabilir. Kutupların birleştiği yerde aynı dünyanın mağması gibi, güneş sisteminin merkezi olan güneş gibi bizim merkezimiz yani kalbimiz. Yedi taç yapraklı gül ve yedi rakamının sihiri...

Yedi, tamamlanmışlığın, bütünlüğün, birliğin, göksel uyumun, sonsuz tekamülün mükemmel düzenin, sayısı olarak bilinir. Olumlu ve olumsuzu çift olarak bir arada barındıran yedi sembolünün iyiyi ve kötüyü aynı anda kendinde barındıran Tekliğin yani İlahiliğin sembolü olduğu belirtilir. Güvenlik, korunma, huzur, bolluk, yeniden birleşme, sentez ile ilişkilendirilen yedi aynı zamanda saflığın sayısıdır.

Yedi yön, yedi gün, yedi gezegen, mükemmelliğin yedi derecesi, yedi çakra, yedi renk, yedi metal, yedi rüzgar, yedi deniz, yedi iklim, yedi yaş, yedi çöl, dünyanın yedi harikası yedinin gizemine dikkat çeker. Yedi, müzik notalarının temel serisini oluşturur, renklerin ve gezegenlerin sayısıdır. Yedi Katlı Yol, ruhsal öğretiler dünyasında çok yaygın bir semboldür. Gül kalbin sırlarını saklar; En saf, en güzel ve kusursuz olan yeri - cenneti ifade eder.

Yaydıkları ışıktan bihaber solgun yüzlü aşıkların içinden saçılan gökkuşağıdır gül... o sadece aşkla nefes alır. Yeni arayışlara kucak açmaya yeltenen aşk tanrıçasının kırmızı dudaklarına uzanan kadehtir gül... (sappho güle övgüden alıntı)

Yaşı: 35 milyon yıl, en yaşlı çiçek, soyu insanın evriminden öncesine uzanıyor, dinazorların yok olduğu son buzul çağı - 70 milyon yıl önce

Doğum yeri: Asya'nın merkezi, ilk olarak Orta Doğu'da Babil'de yetiştirilmeye başlamış 5000 yıl önce. Sonra Roma, Yunan ardından Çin, Japonya ve Hindistan

İlk özel kullanım yeri: Eski Mısır mezarlarında ölen önemli kişilerin yanına tılsım olarak konmuş...

- Hayat, yeniden doğuş, mükemmel güzellik, kusursuz gençlik

- Cazibe, ihtişam ve haz

- Mahremiyet ve gizlilik

- Karşıt kutupların kavuşumu: Kırmızı gül eril - güneşseli, yanıcı; beyaz gül dişi, ayla birşeştirilir.

23 Mart 2011 Çarşamba

“Küresel Ekonomide Beklentiler”

Değisim Liderleri Zirvesi
Durmus YILMAZ
Baskan
15 Mart 2011
Đstanbul

1
Değerli misafirler,
Alanlarında çok önemli roller üstlenmis ve dünya çapında halklara ilham vermis
politikacıları, karar alıcıları, gazetecileri, ekonomist ve bürokratları biraraya getiren
Değisim Liderleri Zirvesi’ne konusmacı olarak katılıyor olmaktan mutluluk duyuyorum.
Bugün sizlerle, kriz sonrasında küresel ekonominin görünümüne ve yükselen
piyasaların karsı karsıya kaldığı zorluklara iliskin görüslerimi paylasmak istiyorum.
Daha sonra bu yeni dönemde merkez bankalarının üstlendikleri görevlere
değineceğim. Konusmamı, Türk ekonomisi deneyimi ve para politikası tepkisiyle
bitireceğim.
Değerli misafirler,
Lehman Brothers’ın iflasının üzerinden iki yıldan fazla zaman geçmistir, uluslararası
finansal sistemin üzerindeki kara bulutlar bir sekilde dağılmıs gibi görünmektedir.
Merkez bankaları ve mali otoritelerin aldıkları daha önce benzeri görülmemis
önlemler sayesinde, 2009 sonundan itibaren finans piyasalar tekrar göreceli olarak
istikrara kavusmustur. Euro bölgesinde artan ülke riskine, Amerika Birlesik
Devletleri’nde konut ve isgücü piyasalarına iliskin endiselere, gelismis ekonomilerde
finansal kurulusların sağlamlığına iliskin belirsizliklere, yükselen piyasalarda yüksek
miktarda sermaye girislerine ve buna bağlı risklere ve küresel ekonomideki talep
rotasyonunun hızına iliskin soru isaretlerine rağmen, ekonomik aktivite hızlandıkça
risk algılamaları da kademeli olarak düzelmistir. Finansal istikrar konusunda
öğrenmemiz gereken çok sey olduğu ortaya çıkmıstır, bunların nasıl uygulamaya
geçirileceği ise yoğun tartısma konusu olacaktır. Mevcut sorunların çözümü ve
gelecekte karsılasılması muhtemelen sorunlara hazırlanılmasında küresel ölçekte
isbirliği kilit rol oynamaktadır; ancak, krize iliskin hatıralar unutuldukça uluslar
arasında isbirliği ruhunu korumak giderek zorlasmaktadır.
Yükselen Piyasaların Görünümü
Bildiğimiz gibi, olumlu büyüme tahminleri, faiz farkları, ve büyük soklar karsısında
sağlamlıklarını ve esnekliklerini koruyan finansal kurulusların görece istikrarlı yapısı
sayesinde son zamanlarda yükselen piyasalara doğru sermaye akımları hız
kazanmıstır. En çok islem yapılan para birimlerine sahip ülkelerde para tabanınındaki
genislemeye bağlı olarak küresel finans sisteminde likidite artarken açık ekonomi
modeline sahip küçük ülkelerin merkez bankaları, parasal kosullar üzerindeki
2
kontrollerini kaybetme tehlikesiyle karsı karsıyadırlar. Enflasyonist baskıları
sınırlamak ve kredi genislemesini frenlemek amacıyla politika faizlerinde yapılan
artıslar, faizler arasındaki farkın daha da açılmasına ve nihayetinde sermaye
girislerinin daha da artmasına, daha çok borçlanmaya ve varlık fiyatları ve
enflasyonda yükselise neden olacaktır. Sonuç olarak, bugün yükselen ekonomiler,
giderek büyüyen varlık balonu, asırı borçlanma ve enflasyonist baskı riskleriyle karsı
karsıyadırlar ve tüm bunlar da finansal istikrar için tehdit olusturmaktadır. Cari açığa
sahip ülkelerin sorunları, cari fazlası olan ülkelere göre çok daha zordur, çünkü bu
ülkeler aynı anda hem finansal istikrara iliskin güçlü sermaye akımları kaynaklı
sorunlarla hem de sermaye akımlarının aniden durması riskiyle mücadele etmek
durumundadırlar.
Yükselen ekonomilere yönelen sermaye akımlarının geçici mi kalıcı mı olduğunun
tahmin edilmesi zor bir istir. Mevcut sermaye akımları hem küresel itici etkenleri
(gelismis ekonomilerde likidite bolluğu ve düsük faiz oranları gibi faktörler de dahil
olmak üzere) hem de ülkelere özgü çekme etkenlerini (yüksek büyüme tahminleri,
görece daha sağlam mali durum, düsen ülke risk algılamaları gibi) yansıtmaktadır.
Orta vadede, çekme etkenleri muhtemelen tatminkar olamaya devam edecektir
(complacent-burda ne demek istemis tam anlamadım), çünkü gelismis ekonomilere
göre yükselen ekonomilerin daha hızlı büyümesi beklenmektedir ki bu da faiz oranları
ve döviz kurları üzerinde yukarı yönlü baskı yaratacak ve bu ülkeleri uluslararası
sermaye için cazip kılmaya devam edecektir. Bazı gelismis ekonomilerde miktarsal
genislemenin orta vadede devam edip etmeyeceği kesin olmamakla birlikte bu
ülkelerdeki para otoritelerinin yakın dönemde gevsek duruslarını sürdürecekleri
tahmin edilmektedir. Sonuç olarak, mevcut görünüm, yükselen ekonomilere yönelik
sermaye akımlarının kalıcı olabileceğini, ancak akımların boyutunun risk
algılamalarındaki değisimlere göre farklılık gösterebileceğini isaret etmektedir.
Büyük miktarlarda sermaye girisini yönetmek amacıyla kullanılan araçlar çok iyi
bilinmektedir, ancak uygun politika bilesimi her ülkenin kendine has kosullarına göre
farklılık göstermektedir. Maliye politikaları, para politikası, döviz kuru politikaları, döviz
piyasasına müdehale, faiz-dısı araçlar ve sermaye kontrolü gibi araçların her biri
sermaye akımlarına karsı kullanılabilir, ancak bu seçeneklerin hepsi de baska
seylerden feragat edilmesini gerektirir ki bu da cari açığı olan yükselen ekonomiler
için çok maliyetli olabilir. Bazı ülkeler sermaye kontrolünün farklı sekillerini
3
denemislerdir, ancak bu tedbirlerin etkililiği ilk basta uygulama amacına bağlı olarak
değerlendirilmelidr. Yapılan bazı çalısmalar, sermaye kontrollerinin bazı bilesimsel
etkileri olduğunu ve yeni yatırımların vadesini etkileyebildiğini göstermektedir.
Sermaye girislerinin miktarını azaltıp azaltmadığı konusunda ise yeterli bilgi
bulunmamaktadır. Sermaye akımları tamamen otoritelerin kontrolü altında olmadığı
sürece kısmi engellemeler, sermaye akımlarının etkisini dengeleyeyememekte, yerel
para biriminin değerlenmesini önleyememekte ve bağımsız para politikasının
uygulanmasına katkıda bulunamamaktadır.
Prensip olarak, gelismis ekonomilerden yükselen ekonomilere doğru sermaye
hareketleri ve gelismekte olan ülkelerin para birimlerindeki değer artısı aslında, güçlü
ekonomik temeller, daha iyi büyüme tahminleri ve yüksek verimlilik farklılıklarıyla
desteklendiği takdirde her iki tarafın da lehine olacak uzun vadeli bir trenddir. Asırı
sınırlayıcı sermaye kontrolleri ya da asırı rezerv birikimi yoluyla bu trendle savasmak
yerine, finansal riskleri azaltıcı önlemler yoluyla, sermaye akımlarındaki oynaklığın
finansal istikrar üzerindeki olumsuz etkilerini –özellikle de spekülatif yapıda olanlarıazaltmaya
çalısmak daha mantıklı bir yol gibi gözükmektedir. Pekçok yükselen
ekonomi, kredi büyümesini ve varlık fiyatı balonlarını sınırlayabilmek amacıyla bu tür
önlemler uygulamaya baslamıslardır. Bunların arasında daha yüksek gelir gerektiren
zorunlu karsılıkların mevduat-borç oranlarının arttırılması ve sermaye yeterlilik oranı
ile likidite oranlarının sıkılastırılması; islemler üzerinden ücret ve vergi alınmaya
baslanması gibi önlemler yer almaktadır. Bu önlemlerin ne derece yeterli olacağı
henüz bilinmemekle beraber, politika yapan kurumların süratle gelistirdiği proaktif
tepkiler, ileri doğru atılmıs, olumlu adımlardır. Nitekim, yasanan son olaylarda açıkça
görülmüstür ki bir kriz patlak vermeden alınan koruyucu önlemlerin maliyeti, krizin
ardında bıraktığı enkazı toplamanın maliyetinden çok daha düsük olmaktadır.
Süphesiz, ekonomik kosullar ve kurumlar, ülkelere göre farklılık göstermektedir. Bir
ülkede verimli sonuçlar doğuran bir faiz dısı araç, baska bir ülkede etkili olmayabilir.
Bu sebeple politika yapan kurumların, kendi politika çerçevelerini olustururken kendi
ülkelerine özel etkenleri dikkate alması gerekmektedir. Akademisyenler ve uluslarası
kurulusların da bu konuya eğilip ulusal kurumların sistemik riskleri tanımlamak,
değerlendirmek ve yönetmek için kullanabileceği, güvenilir politika araçları
gelistirmeleri de zorunludur.
4
Finansal Đstikrar ve Merkez Bankaları
Merkez bankaları açısından finansal istikrarın tasıdığı hayati önem yeni değildir.
Finansal sistemin ve ödeme mekanizmasının sorunsuz isleyisinin sağlanması,
kuruldukları zamandan bu yana merkez bankalarının asli görevi olmustur. Nitekim,
finansal kurumlar tarafından kendilerine "bankaların bankası" ya da "son kredi merci"
denmesinin sebebi de budur. Ne var ki, zamanla mali sistem karmasıklasıp
genisledikçe denetleme ve düzenleme görevleri, baska kurumlara devredilmistir.
Merkez bankalarının karsılastığı zorluklar, temel görevleri olan fiyat istikrarı ve
finansal istikrarını birlestiren bir çerçeve olusturmak; ve çelisiyor gibi göründükleri
zamanlarda dahi her ikisini de sağlamayı hedefleyen politika araçlarını tanımlamaktır.
Merkez bankaları, para politikası duruslarını ortaya koymak için temel politika aracı
olarak genelde kısa vadeli faiz oranlarını tercih etmislerdir. Politika faizleri, ekonomiyi
tümüyle etkileyen ve etkileri çok keskin biçimde görülen bir araç olduğundan her iki
hedefe de ulasabilmek için kullanılması, istenmeyen sonuçlar doğurabilir. Fiyat
istikrarını sağlamak için gerekli olan faiz oranı, finansal istikrarı korumak için gereken
orandan farklı olabilir. Örneğin, yüksek verimlilik ve finansal yenilik soklarının
tetiklediği yükselis dönemlerinde düsük bir faiz oranı, enflasyonu sınırlamak için
yeterli olabilirken aynı oran, finansal risklerin atmasına yol açabilmektedir. Ayrıca,
yükselis dönemlerinde gelismekte olan piyasalar, daha düsük faiz oranlarıyla daha
fazla sermaye akısı çekmektedir. Bu dönemlerde iç ve dıs dengeler, farklı faiz
oranlarını gerekli kılar ve para politikasında birden fazla araç kullanılması gerekir.
“Tinbergen Kuralı”na göre bir araç, tek bir hedefe ulasmak için kullanılabilir. Bizim
durumumuzda da bu hedef, fiyat istikrarıdır. Bu noktada ikinci bir politika aracı
bilesiminin gerekli olduğu açıkça görülmektedir. Bence bu ikinci araç ise doğrudan
finansal faaliyetleri etkilediğinden faiz dısı araçlar olmalıdır.
Finansal istikrarla ilgili tüm yetki ve sorumluluk, tek bir kurumda toplanarak merkez
bankalarına mı verilmelidir? Bir açıdan bakıldığında karar alma yetkisi ve
sorumluluğun tek bir kuruma verilmesinin avantajları görülüyor: esgüdüm sorunu
ortadan kalkıyor; daha etkin bir iletisim sağlanıyor ve acil durumlarda daha hızlı
tepkiler gelistirilebiliyor. Bu durumda söz konusu kurumun Merkez Bankası olduğu da
açıkça görülüyor.
Ancak bu yaklasımın olumsuz yönleri de bulunmaktadır. Bugün merkez bankası
bağımsızlığı dediğimiz kavramın özünde “hedef bağımsızlığı” ve “araç bağımsızlığı”
5
arasındaki ayrım yatmaktadır. Merkez bankaları finansal sistemle ilgili tüm
düzenleme ve denetleme faaliyetlerini üstlenip bunların denetlenmesi açısından tek
yetkili kurum olurlarsa, bu hedefe ulasmak için gerek duyulan araçlar, demokrasinin
ilkelerinin hükümetle daha yakın isbirliği ve esgüdümü gerektirecek noktaya ulasabilir
ve merkez bankasının bağımsızlığına gölge düsürebilir. Ekonomide merkez
bankalarının rolünü artırmanın, seçimle basa gelen yetkililerin hesap verebilirliklerini
ve sorumluluklarını vurgulayan bir demokraside güçlü ve sıradısı bir kurum yaratma
olasılığı bulunmaktadır.
Merkez bankaları, geçmiste finansal istikrarın sağlanması açısından çok önemli rol
oynamıslardır ve gelecekte de bunu sürdüreceklerdir. Fiyat istikrarı ve finansal
istikrarın sağlanması için politika faizlerinin ve faiz dısı araçların en verimli sekilde
kullanılması, kriz sonrası dönemde merkez bankalarının basarılarının
değerlendirilmesi için gerekli ölçütleri ortaya koyacaktır. Kriz süresince merkez
bankaları tarafından yeni para politikası araçları kesfedilmistir. Simdi bir taraftan bu
araçları kesfetmeyi sürdürürken politika yapan kurumlar, diğer taraftan da finansal
istikrarı tehdit eden risklerin sınırlanması için düzenleyici kuralların ayrıntılarıyla
açıklamak ve Merkez bankası bağımsızlığının kaybedilmesi riskiyle ve (Merkez
bankası ile düzenleyici ve denetleyici kurulus arasında) esgüdüm açısından sorun
yaratılması riskleri arasındaki mükemmel dengeyi bulmak için en elverisli kurumsal
yapıyı tasarlamak zorunda kalacaktır.
Türkiye’de Finansal Istikrar ve Para Politikası
Konusmamın ikinci bölümünde Türkiye’de finansal istikrar ve küresel mali kriz
sonrasında uygulamaya koyduğumuz para politikasına değinmek istiyorum.
Türkiye, 1990’lar boyunca ve 2000’lerin baslarında hem oynaklığı hem de küresel risk
algılamalarına karsı duyarlılığı yüksek olan gelismekte olan piyasalar arasında yer
almaktaydı. Ne var ki, bu sefer finansal sistemin sağlam yapısı ve basiretli makro
politikalar sayesinde küresel krizin yarattığı sarsıntı diğer ekonomilerdekine göre hafif
seyretmistir. Süphesiz, ekonomide büyüme oranında çok keskin bir düsüs görülmüs;
ancak ne fiyat istikrarı ne de finansal istikrara yönelen ciddi bir risk doğmustur.
Aslında Türkiye, kriz öncesi döneme göre daha yüksek kredi notu alan bir kaç
gelismekte olan ülkeden biri olmustur.
6
Farkı yaratan, çesitli etkenlerin bir bilesimi olsa da, ülkemizde asırı borçlanma
yasanmamasının, bu husustaki kilit unsur olduğu ortaya çıkmıstır. Muadillerinden
farklı olarak Türkiye’de kaldıraç oranları, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurumu ile Merkez Bankası’nın uyguladığı ihtiyatlı politikalar sayesinde, tüm dünyada
likidite fazlasının olduğu dönemde ılımlı seviyelerde kalmıstır. Esasen, Türkiye’de
2002 senesinden beri uygulanmakta olan, dengeleyici tamponlar (Türkiye’de,
oranları, yasal asgari oranın en az yüzde dört üstünde olmayan bankalar
büyüyemiyor) ve (hem Türk lirası hem döviz cinsinden) likidite oranları gibi bu
politikaların çoğu, Basell III prensipleri içinde yer almıstır. Kamu sektörü borç oranı
da oldukça iddialı bir finansal disiplin sayesinde belirgin bir sekilde azalmıstır.
Bununla birlikte ekonomi, asıl gücünü, küçük-açık bir ekonominin en kritik unsuru
olan döviz risklerinin yönetiminden almıstır. Đhtiyatlı düzenlemeler ve gözetim
sayesinde Türk bankacılık sektörünün yabancı para pozisyonu dengelenmistir.
Hanehalkları, yabancı parada pozisyon fazlasına sahip olmus; bu da onların para
birimi soklarına daha az maruz kalmalarını sağlamıstır. Her ne kadar reel sektör,
önemli bir yabancı para pozisyonu tasısa da, daha çok uzun vadeli borçlanmıstır.
Tüm bu etkenler, Türkiye ekonomisinin küresel kriz karsısındaki dayanaklılığını
arttırmıs ve sonuç olarak Merkez Bankası’na, fiyat istikrarı hedefinden ödün
vermeden önden yüklemeli ve agresif bir parasal gevseme politikası uygulaması için
yeterince alan sağlamıstır. Bankacılık sistemini desteklemek üzere herhangi bir
kurtarma paketine ihtiyaç duyulmamıstır. Böylelikle hükümet, küresel çalkantının
ortasında, ılımlı ancak oldukça etkili olan dengeleyici mali politikaları
uygulayabilmistir.
2010 baslarından bu yana, dıs talepteki durgunluk sebebiyle cari denge hızla
bozulurken temel enflasyon düsük seyretmekte ve çıktı açığı devam etmektedir.
Türkiye de dahil olmak üzere gelismekte olan ülkelere yönelik sermaye akımlarında
son dönemde görülen yükselis, iç ve dıs talebin toparlanma hızları arasındaki
ayrısmayı arttıracak gibi görünmektedir. Eğer bu büyüme sekli, hızlı kredi artısı ve
cari dengedeki bozulma ile birlikte yasanırsa, finansal istikrar endiseleri doğurabilir.
Bu gelismeler, politika faiz oranlarından baska politika araçlarının etkin bir sekilde
kullanımını gerektirmektedir. Sonuç olarak, yakın gelecekte de sürmesi beklenen
günümüz zorlu finansal kosullarında Merkez Bankası, finansal istikrarı korumak için
para politikalarının dayanacağı dört temel prensibin altını çizmistir.
7
Bunlardan ilki, yüksek kaldıraçtan caydırmak ve bankalarla reel sektörün borçluluk
oranlarını ılımlı seviyelerde tutmaktır. Đkinci prensip, hanehalkı mevduatlarının
yanısıra özel sektörün ve kamu sektörünün borçlanma vadelerini uzatmaktır. Üçüncü
prensip ise, genellikle yüksek cari açığı bulunan yükselen ekonomilerin zaafı olan,
hem kamu sektörünün hem de özel sektörün yabancı para pozisyonunu
güçlendirmektir. Son olarak, dördüncü prensip, reel sektörün, Vadeli Đslem ve
Opsiyon Borsası gibi araçlarla, yabancı para riskini daha iyi yönetebilmesidir.
Kısa vadeli sermaye girisleri ve kredi büyümesindeki hızlanma sonucu hızla artan
makro dengesizlikleri gidermek üzere Kasım 2010’da miktarsal sıkılastırma sürecini
baslattık. Bu amaçla, borç verilebilir fon arzını kısıtlayarak hızlı kredi artısını kontrol
altına almak için zorunlu karsılık oranlarını yükselttik. Göz önünde bulundurduğumuz
diğer bir husus, sermaye girislerinin vadesini uzatmak oldu. Bu husus, sermaye
hesabının kalitesinin artırılması, vade uyumsuzluklarının azaltılması ve döviz kurunun
ekonomik temellerden bağımsız hareket etmesinin engellenmesi açısından önem arz
etmektedir. Bu amaca yönelik olarak, ihtiyaç duyulduğunda kısa vadeli faiz
oranlarında fazladan dalgalanmaya imkân sağlamak amacıyla politika faizini indirip
gecelik borçlanma ve borç verme faiz oranları arasındaki koridoru genislettik.
Đlk bakısta oldukça karmasık görünmesine karsın, benimsediğimiz bu çerçeve, özünde
geleneksel enflasyon hedeflemesi çerçevesinden çok da farklı değildir. Bu iki çerçeve
arasındaki tek fark; politika aracı olarak daha önce bir haftalık repo faiz oranını
kullanırken, mevcut durumda kısa vadeli faiz oranları, zorunlu karsılık oranları ve faiz
koridoru araçlarını içeren bir “politika bilesimi” kullanılmasıdır. Hem enflasyonla hem de
makro-finansal risklerle basa çıkmak için elimizdeki araçları doğru bilesimle kullanmaya
hedeflemekteyiz. Bu çerçevedeki para politikası durusu, yalnızca politika faiz oranlarının
seyri ile değil, bahsetmis olduğum tüm politika araçlarının bir bilesimi ile belirlenmektedir.
Geleneksel enflasyon hedeflemesi çerçevesi gibi, bu politika da ileriye dönük bir yapı arz
etmekte ve ekonomik görünüme dayanmaktadır. Politika bilesiminin tam kompozisyonu,
fiyat istikrarına ve finansal istikrara etki eden unsurlara göre belirlenmektedir. Bu
politikaların basarısını değerlendirmek için henüz erken olsa da, su ana kadar
gözlemlediğimiz ilk etkiler umut vadetmektedir.
Sonuç
Yasanan son kriz gelismekte olan ülkelerin yükselen ekonomik gücünü ön plana
çıkarmıstır. Aynı zamanda küresel sistemdeki, özellikle finansal piyasalardaki
8
kırılganlıkları göstermistir. Merkez bankalarının para politikası çerçevelerini yeniden
sekillendirme gücüne sahip finansal istikrar, politika yapıcılar için önemli bir kaygı
teskil etmektedir. Önemli adımlar atılmıs olsa da küresel dengesizliklerle savasmak
için önümüzde daha kaydedilmesi gereken bir yol bulunmaktadır. Bu yolda, yalnızca
ekonomi politikalarının değil, aynı zamanda onları sekillendiren ekonomik ve
kurumsal altyapının da gözden geçirilmesi gerekmektedir. Yeni bir dünya düzenine
yönelik arayıslar, hem teorik hem de pratik düzlemde devam ederken; yeni dünya
düzeninin öngörülebilirliği, dengesi ve sürdürülebilirliği, iyi bir sekilde temsil edilmis bir
altyapı kurmak amacını güden isbirliği ve esgüdüm çabalarına dayanacaktır.
Tesekkür ederim.

18 Mart 2011 Cuma

Google Summer of Code 2011 Semineri

Bu yaz açık kaynak kodlu projeler üzerinde çalışarak 5000$ kazanmak
ister miydiniz?

Peki bu sırada özgeçmişinize önemli bir katkı sağlayacak bir proje
geliştirme tecrübesine ne dersiniz?

Google, bu sene yedincisini düzenlediği Google Summer of Code (GSoC)
organizasyonu ile dünyanın dört bir yanındaki üniversite öğrencilerini
açık kaynaklı yazılım geliştirme ile tanıştırmayı amaçlıyor. Program,
öğrencilere mentorlarının da yardımıyla açık kaynaklı projelere
katkıda bulunmaları için 5000 dolarlık bir burs sağlıyor. Amaç,
öğrencilerin açık kaynaklı yazılım geliştirmeyle tanışarak ilgili
konularda doğrudan tecrübe kazanmasını sağlarken bir yandan da açık
kaynaklı projelere katkıda bulunarak insanlığa hizmet etmek.

ODTÜ Bilgisayar Topluluğu, sizleri Google Summer of Code ile daha
yakından tanıştırmak ve merak ettiklerinize cevap bulmanızı
kolaylaştırmak için bir seminer düzenliyor. Seminerde Google Summer of
Code 2010 katılımcılarından Yaman Umuroğlu programın genel bir özetini
sunacak, organizasyon seçimi ve proje taslağı hazırlarken dikkat
edilmesi gerekenlerden bahsedecek, kendi projesini nasıl planlayıp
yürüttüğünü anlatacak ve sorularınızı cevaplayacak.

Seminer 21 Mart Pazartesi günü BMB1'de saat 18.00'da başlayacak.

16 Mart 2011 Çarşamba

JAPONYA DEPREMİ VE NÜKLEER TEHLİKE


11 Mart 2011 tarihinde, Japonya‘nın kuzeydoğusunda meydana gelen 9.0 şiddetindeki deprem ve sonrasında oluşan tsunami (merkezi deniz dibinde olan derin depremlerden sonra zemin çökmesi ve taban kaymasıyla oluşan dev dalgalar) sonucu yaklaşık 2000 kişi yaşamını yitirmiş olup, 10 binin üzerindeki kişi de kayıp durumdadır. Bir doğa felaketine maruz kalan Japonya halkının acılarını paylaşıyor, başsağlığı diliyoruz.
Japonya‘nın yaşadığı son yılların en büyük doğal afetinden sonra ülkemizin de bir deprem kuşağı üzerinde olması ve birçok aktif fayın bulunması nedeniyle olası depremler hakkında çeşitli yorumlar yapılmaktadır. Ancak, sağlıklı değerlendirmelerin yanında "kerameti kendinden menkul" pek çok kişi de televizyon kanallarında yorum yapmakta, ülkemizde yaşanması muhtemel depremlerin, olabileceği tarihten başlayarak, sonuç senaryolarına kadar pek çok "bilgi"yi kamuoyuna aktarmaktadır.
Ülkemizin deprem gerçeği ile daha önce yaşanan deneyimler de göz önüne alınarak, yapılacak risk değerlendirmeleri sonuçlarına göre çalışmalara hiç zaman kaybetmeden başlamak gerekmektedir. Deprem öncesi ve deprem sonrası çalışmaların planlanmasında, ilgili tüm tarafların katılımı ile bir master plan hazırlanması ve uygulanması yaşamsal önem arz etmektedir. Bu konuda yetkililere ve tüm taraflara önemli görevler düşmektedir.
Japonya depreminden ders alınması gereken bir önemli konu ise nükleer santrallerle ilgilidir. Deprem sonrası nükleer santrallerde radyasyon sızıntısı başlamıştır. Yapılan açıklamalara göre radyasyon seviyesi normalin çok üzerine (700 kat) çıkmıştır. Bugüne kadar 200.000 kişi bölgeden tahliye edilmiştir. Yaşanan tehlikenin sonucunun ne olacağı henüz tam olarak bilinmemekle birlikte, insan ve canlı yaşamı bakımından çok ciddi olumsuzluklar yaratabileceği tahmin edilmektedir. Ayrıca, olası elektrik enerjisi krizinin yaratacağı ekonomik sorunlar da gözden uzak tutulmamalıdır.
Ülkemizde de nükleer santraller kurulması yönündeki çalışmaların sonuna yaklaşılmıştır. Bir deprem ülkesi olan ülkemizde son gelişmeler dikkate alınarak nükleer santralle ilgili kararların acilen bir kez daha gözden geçirilmesi tüm halkımızın yararına olacaktır. Bu doğrultuda enerji politikalarımız yeniden masaya yatırılmalı, yapılacak hatanın bedelinin çok ağır olacağı bilinmelidir.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

TMMOB
MADEN MÜHENDİSLERİ ODASI
YÖNETİM KURULU
15 Mart 2011, Ankara

13 Şubat 2011 Pazar

Sevgililer Gününde Günah İşlemeyin !

Karılarımızın Bileziklerini Verelim, Defolsunlar!

Kazdağları ve çevresinde altın arayan şirketlere tepki gösteren Çanakkale Belediye Başkanı CHP’li Ülgür Gökhan, "Karılarımızın kollarındaki bilezikleri bunlara verelim, buradan defolup gitsinler" dedi.

Belediye Meclisi’nin şubat ayı oturumunda konuşan Başkan Ülgür Gökhan, Çanakkale halkının çevre felaketiyle karşı karşıya kalmak üzere olduğunu ileri sürdü. Altın arayan şirketler için ağzından kötü söz çıkacağını belirten Başkan Gökhan, "Siyanürle altın çıkaran şirketlere karşı gerekirse kampanya başlatılmalı. Karılarımızın kollarındaki bilezikleri bunlara verelim, buradan defolup gitsinler. Bu işin şakası yok" diye konuştu. Kazdağları’nda toplam 40 şirketin altın arama girişiminde bulunduğunu kaydeden Gökhan, şunları söyledi: "Maalesef bu doğa tahribatı gizli gizli saman altından su yürüterek devam etmekte. İşletme ruhsatları altın ve gümüş arama şeklinde verilmiş. Klasik sağ söylem şu: Canım siz madenciliğe karşı mısınız? Memleketimizdeki madenlerin yeryüzüne çıkarılmasına karşı mısınız? Buradan çıkacak altının topunun ederi verdiği tahribatın milyonda biri bile olmaz. Ama maalesef ısrarla ve inadına bu yöreyi tahrip etmek ve Kazdağları’nı ve su kaynaklarımızı berbat etmek için bu çabalar gösterilmekte."' Başkan Ülgür Gökhan, Çanakkale halkına seslenerek, "Bu bağlamda bütün duyarlı kesimleri çevreye duyarlı insanları bu kentin insanlarının kendi geleceklerine sahip çıkmaya çağırıyorum" dedi. Kaynak: Hürriyet Gazetesi

29 Ocak 2011 Cumartesi

TUİK: Türkiye nüfusu 73.722.988

Haber Bülteni : Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları (2010)
31 Aralık 2010 tarihi itibarıyla Türkiye nüfusu 73.722.988 kişidir.
2010 yılında 81 ilden; 53 ünün nüfusu bir önceki yıla göre artarken, 28 ilin nüfusu azalmıştır

Gelismekte Olan Ülkeler Đçin Uygun Politika

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası
Gelismekte Olan Ülkeler Đçin Uygun Politika
Bilesimi Arayısları: Küresel Finans Krizi Sonrası
Türkiye’de Para Politikası
Durmus Yılmaz
Baskan
18 Ocak 2011
Viyana
Değerli Misafirler,
Küresel mali kriz sırasında birçok ülke gibi Türkiye’de de politika yapıcıları,
krizin ulusal ekonomiler üzerinde yaratabileceği olumsuz etkileri sınırlandırmaya
odaklanmıstır. Krizin derinlesmesiyle birlikte, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası
(TCMB) önden yüklemeli bir yaklasım ile Kasım 2008-Kasım 2009 döneminde politika
faizinde toplam 1025 baz puan indirime gitmistir. Buna ek olarak, para ve kredi
piyasalarının isleyisini desteklemek amacıyla dengeleyici bir para politikası izlenerek faiz
oranlarındaki düsüsün iktisadi faaliyet üzerindeki olumlu etkisi artırılmıstır.
Bu önlemler, küresel krizin ardından Türkiye ekonomisinin hızlı bir toparlanma
sürecine girmesine katkıda bulunmustur. Hanehalkı bilânçolarının ve bankacılık
sisteminin sağlam yapısı, iç talepteki hızlı artısa destek olmus ve Türkiye ekonomisi
2009 ortasından itibaren güçlü bir toparlanma sürecine girmistir. Takip eden dönemde,
artan sermaye girisleri iç taleple dıs talep arasındaki ayrısmayı daha da belirginlestirerek
yeni politika güçlüklerini gündeme getirmistir. Kısa vadeli sermaye akımları ve döviz
kurlarında yasanan değerlenme ile birlikte hızla artan cari açık, yeni bir para politikası
yaklasımını gerekli kılmıstır.
Bu yeni durum karsısında, hedef fonksiyonumuzda finansal istikrarın artan
rolüne açıkça dikkat çekerek mevcut enflasyon hedeflemesi çerçevemizde sınırlı bir
değisikliğe gittik. Öncelikle Nisan 2010’da krizden çıkıs stratejimizin detaylarını
kamuoyuna duyurduk. Bu bağlamda ilk adım olarak, Bankamız tarafından bankacılık
sistemine sağlanan likidite desteğini normallestirerek, Türk lirası zorunlu karsılık
oranlarını kriz öncesi seviyesi olan yüzde 6’ya yükselttik. Đkinci olarak, makro-finansal
risklere ve öngörülemeyen olaylar karsısında verilecek politika tepkilerine artan ölçüde
vurgu yapmaya basladık. Örneğin, politika metinlerimizde gelecek dönemde iç talep ile
dıs talep artıs hızları arasındaki farklılasmanın artması ve bu farklılasmaya hızlı kredi
genislemesi ve cari islemler dengesinde bozulmanın eslik etmesi halinde, zorunlu
karsılık oranları ve likidite yönetimi araçları gibi diğer politika araçlarının daha etkin
kullanılmasına gerek duyulabileceğini birçok kez vurguladık.
Merkez Bankası’nın temel amacı fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürmektir. Ne var
ki, son yasanan küresel ekonomik kriz, makroekonomik ve finansal istikrarın
sağlanmasında bu temel amacın tek basına yeterli olamayabileceğini göstermistir.
Nitekim kamuoyuna yaptığımız açıklamalarda finansal istikrarın sağlanmasının, TCMB
kanununda da belirtildiği üzere Banka’nın temel görevlerinden biri olduğunu ve finansal
istikrarı makroekonomik açıdan değerlendirdiğimizi hatırlatmıstık.
“Faiz dısı araçlar” kavramı gelismekte olan ülkeler açısından, gelismis
ekonomilere kıyasla benzer sekilde algılanmayabilir. Bu nedenle her ülkenin kendine
özgü karakteristik özellikleri olduğunu ve kendi gereksinimleri doğrultusunda bir politika
çerçevesi olusturması gerektiğini özellikle vurgulamak istiyorum. Türkiye açısından
mevcut konjonktürde finansal istikrara yönelik riskler, artan kısa vadeli sermaye girisleri
sonucu hızla yükselen cari açık sebebiyle daha da belirginlesmistir. Kredilerdeki hızlı
genislemenin yanısıra iç ve dıs talep büyümesindeki ayrısma cari açığı genisletmekte ve
bu durum finansal istikrara iliskin endiselerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Buna
ek olarak, Avrupa ve ABD’de yasanan son gelismeler ve bu ekonomilerde merkez
bankalarının aldıkları para politikası kararları söz konusu riskleri artırmaktadır. Sonuç
olarak, mevcut durumda geçmisteki uygulamalardan farklı bir politika bilesimine ihtiyaç
duyulmaktadır.
Peki burada politika bilesimi ifadesi ne anlama gelmektedir? Đç ve dıs dengeyi
sağlayacak faiz oranlarının farklılık arz etmesi, para politikasında birden fazla aracın
kullanılmasını gerektirir. Bizim durumumuzda, kısa vadeli sermaye girislerinin yanısıra,
para birimindeki değerlenme ve cari açıktaki artısla bağlantılı makro-finansal riskleri
sınırlayabilmek için iki araç daha kullanılmaya baslanmıstır. Konusmamın bu bölümünde
bu ilave araçlara sırasıyla değinmek istiyorum.
Güçlü iç talebi ve yükselen cari açığı frenlemek için hızlı kredi artısını kontrol
altına almak, mevcut politika bilesimimizin baslıca amaçlarından biridir. Bu çerçevede,
zorunlu karsılık oranlarının etkin bir politika aracı olarak kullanılması gerekli
görülmektedir. Buna ek olarak, zorunlu karsılık oranlarının makroekonomik ve finansal
risklerin azaltılmasında basvurulan araçlardan biri olarak etkinliğinin artırılması amacıyla
Türk lirası zorunlu karsılıklara faiz ödenmesi uygulamasına son verilmistir.

Bu önlemler hususunda kamuoyuna karsı seffaf olmaya çalıstık. TCMB olarak
aldığımız bu önlemlerin finansal istikrarı korumak için gerekli olduğunu; ancak tek basına
yeterli olmayacağını belirttik. Tüm kurumlar arasında yakın bir esgüdüme ihtiyaç
olduğunun altını çizdik. Bu kapsamda, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun
aldığı (kredi/değer oranlarının sınırlandırılması ve kredi kartlarında asgari ödeme
oranlarının artırılması gibi) bir dizi önlemin Bankamızın uygulamakta olduğu para
politikasına destek olduğunu belirtmek isterim. Aynı zamanda 2010 yılı Ekim ayından
itibaren Türk bankalarının TL cinsi senetler ihraç etmesine olanak tanınmıstır. Ayrıca,
hükümet küresel kriz sürecinde alınan önlemleri geri alarak tüketici kredilerine
uygulanan Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu (KKDF) kesintilerini artırmıstır. Son
olarak, iktisadi faaliyette beklenenden daha hızlı gerçeklesen toparlanma sonucu elde
edilen ilave gelirlerin büyük bölümünün kamu borcunun azaltılmasında kullanılması
uygulamakta olduğumuz politikalara destek vermistir.
Mevcut politika bilesimini formüle ederken göz önünde bulundurduğumuz diğer bir
husus da sermaye girislerinin vadesinin uzatılmasıdır. Bu husus, sermaye hesabının
kalitesinin artırılması ve döviz kurunun ekonomik temellerden bağımsız hareket
etmesinin engellenmesi açısından önem arz etmektedir. Bu amaca yönelik olarak
uyguladığımız politika bilesimi çerçevesinde, ihtiyaç duyulduğunda kısa vadeli faiz
oranlarında dalgalanmaya imkân sağlamak amacıyla politika faizini indirip gecelik
borçlanma ve borç verme faiz oranları arasındaki koridoru genislettik. Uyguladığımız bu
politika su ana kadar oldukça etkili oldu ve kısa vadeli spekülatif sermaye girislerinde
belirgin bir düsüs gözlemlendi. Ayrıca yükümlülüklerin vade yapısını uzatmak ve vade
uyumsuzluğunu azaltmak üzere, Türk lirası zorunlu karsılık oranlarını da mevduatların
vade yapılarına göre ayrıstırdık.
Hiç kuskusuz, bu süreç esnasında ihmal edilmemesi gereken önemli bir konu da,
aldığımız önlemlerin öncelikli görevimiz olan fiyat istikrarını göz ardı ettiğimiz anlamına
gelmediğine kamuoyunu ikna etmektir. Dolayısıyla, enflasyon görünümüne iliskin
temkinli durusumuzu muhafaza ederken, hızla artan iç talep ve yükselen emtia
fiyatlarından dolayı genel fiyatlama davranısının yakından takip edilmesi gerektiğini
açıkça belirttik. Bu açıdan, hem TCMB hem de diğer kurumlarca uygulanan –ve
uygulanacak olan– faiz dısı politika tedbirlerinin net etkisinin sıkılastırma yönünde olması
gerektiğini önemle vurguladık.
Zorunlu karsılık oranlarındaki artısların, maliyet ve likidite kanalları yoluyla kredi
genislemesini sınırlandırması beklenmektedir. Tabii ki aldığımız önlemlerin yaratacağı
etkinin zamanlaması ve miktarsal büyüklüğü ile ilgili pek çok belirsizlik bulunmaktadır.
Bu belirsizlikle ilgili olarak olası iletisim sorunlarını çözebilmek için, aldığımız kararların
etkilerini hem fiyat istikrarı hem de finansal istikrar açısından izleyeceğimizi ve
gerektiğinde de ilave önlemler alacağımızı önceden açıklamıstık.
Đlk bakısta oldukça karmasık görünmesine karsın, benimsediğimiz bu çerçeve,
özünde geleneksel enflasyon hedeflemesi çerçevesinden çok da farklı değildir. Bu iki
çerçeve arasındaki tek fark; politika aracı olarak daha önce tek basına bir haftalık repo
faiz oranını kullanırken, mevcut durumda kısa vadeli faiz oranları, zorunlu karsılık
oranları ve faiz koridoru araçlarını içeren bir “politika bilesimi” kullanılmasıdır. Hem
enflasyonla hem de makro-finansal risklerle basa çıkmak için elimizdeki araçları doğru
bilesimle kullanmaya hedeflemekteyiz. Bu çerçevedeki para politikası durusu, yalnızca
politika faiz oranlarının seyri ile değil, bahsetmis olduğum tüm politika araçlarının bir
bilesimi ile belirlenmektedir. Geleneksel enflasyon hedeflemesi çerçevesi gibi, bu politika
da ileriye dönük bir yapı arz etmekte ve ekonominin orta vadede izleyeceği görünüme
dayanmaktadır. Önümüzdeki dönemde politika bilesiminin seyri, fiyat istikrarı ile finansal
istikrarını etkileyen unsurlara bağlı olacaktır.
Özetle, içinde bulunduğumuz konjonktürde “yeni normal”le yüzlesirken merkez
bankası politikalarının yaratıcı olmasının gerektiği bir dönemden geçmekteyiz. Bununla
birlikte, bu politikaları tasarlarken her ülkenin kendine özgü sartlarının da göz önünde
bulundurulması gerekmektedir. Bu kapsamda, Türkiye açısından yüksek zorunlu karsılık
oranları ile birlikte uygulanan düsük politika faizi ve daha genis bir faiz koridorunun, kısa
vadeli sermaye girislerine bağlı olarak hızla artmakta olan makro düzeydeki
dengesizlikleri giderme konusunda etkin bir politika bilesimi olduğunu düsünüyoruz.
Tesekkür ederim.

22 Ocak 2011 Cumartesi

Çevre Ve Orman Bakanlığı

Su Geleceğin Teminatıdır
Geleceğimizi Boşa Harcamayalım...


http://www.veyseleroglu.com.tr/