Katkıda bulunanlar

30 Aralık 2008 Salı

Haluk Levent - Kral Çıplak

Uzun Kısa Bir Öykü Bu Sıradan Sessiz Bir Gibi
Görevim Anlatmak Oldu Akıtmak Bendeki Zehiri
Yıllar Önce Bir genç Vardı Yüregini Yakan Bir Sevda
Işıltılar Sönük Kaldı Herşey Böyle Başladı
Tutulmuştu Köşe Başı Kalmamıştı Açık Kapı
Varolmaktı Tek Sorunu Kaçtı Durdu Yıllar Boyu
Sonra Bakmış Dünya Yokmuş Umutları Göçmüş Gitmiş
Parasızlık Yalan Salmış Çareyi Kaçmakta Bulmuş
Gördü Bunu Hayra Yordu Güzel Şeyler İstiyordu
Oysa Güzel Artık Vardı Çok Paraya Satılırdı
Çürük Çarklar Büyük Çarklar Birbirinden Ne Anlar
Döner Durur Zevke Dalar Yeni Birşeyler Arar
Kendi Oldu Kendi Biçti Bilmedigi Yola Girdi
Gördü Bütün Gercekleri Susdu Durdu Herkez Gibi
Şehir Heyecan Bunuda Kendinden Yapdı
Beyaz Şaçlar Gözler Söndü Düşündeki Düşde Kaldı
Haluk Uzak Kendine Kalmamış Dermen Derdine
Yok Sorunun Mükemmelim Desede İnanma Sözüne
Kral Nerde Diye Sorma Sende Bende Bizde Onda
Çıplak Giyen Kral Olur Taç Giyer Oturur Tahtına
Patron Burda Köyde Aga Evde Koca Okulda Hoca
Dayı Baba Abi Ana Kral Vardır Her Tarafda
Krallıklar Ülkesinde Doldurur Seven Kesesini
Haluk Görür Kaybedeni Ne Zaman Baksa Aynaya
İtaad Et Biz Kralız Toz Kondurma Kendimize
Aslında Yok Terzi Bile Giysileri Biz Yaparız

DÖNEMEZ Kİ BANA


Birgün dönse bana

Yıkılmış pişmansa

Diz çöker ağlarım

Şükür dualarıma

En kolay af olan

Sevenin günahı

Kalmıyor kimsede kimsenin ahı

Geldim! Dese bana

Hayat! Verse bana

O geçen günleri veremez ki bana

Değişti herşeyim

Kırılmış bitmişim

Eski ben değilim

Tanımaz görse de

Dönemez ki bana

Yazan: Burcu Nermin Özhan

(Büyük ses sanatçılarından:GÖNÜL YAZAR'I sevgilerimle anıyorum, Teşekkür ederim.)
ÜZERİMDE GÜMBÜRTÜ MARTILARI
Bu aşk böyle yürümez sandım içime kapandım
Oldum olası sevemedi bu kalp
Sordum sordum kendime
Hiç gerek yok suç sende mi bende mi?
Gözlerinden güneşi çaldım,her sabah uyandım.
Sevmenin adaletin yokmuş anladım
Gelme, istemem
Yorgun düşdüm! Yüreğim sana kırgın
YAZAN:BURCU NERMİN ÖZHAN

18 Aralık 2008 Perşembe

Herkes Bir gün Yaşlanacak !


   Bir gün yaşlanacağız, kendimize baktığımız aynalar bize her zamankinden daha güvensiz gelecek, geçmiş fotoğraflarımıza bakıp o anları hafızamızda tazelemeye çalışacağız. Geçmiş ile bugünün arasında gitgelleri yaşarken gözlerimizden düşen bir iki damlaya hatta yüzümüzde oluşan ufak tebessümlerle dalıp gideceğiz.

   Yaşadığımız onca telaşı, onca tecrübeyi anlatacak yüz ararız. Evde pek durmayız, evin sessizliği yalnızlığımızı daha da artar hale getirir. Kalabalığın içinde buluveririz kendimizi yeni çağı, getirilen yenilikleri kabullenemeyiz. Eskiyi arar oluruz. Eskiliklere özlem duyarız.

   Gençken vücudumuza verdiğimiz zararları ilaçlarla ve ağrılı görmeye başladığımız an keşke sözcüklerine yer vermeye başlarız. Kırdığımız kalpler, üzdüğümüz insanlar içimizde oluşan derin kederlerle acabalara düşeriz. O çok kafamızda büyüttüğümüz problemlerin aslında problem olmadığını anladığımız dönemdir, yaşlılık dönemi…
 
 
Yazan: Burcu Nermin Özhan

11 Aralık 2008 Perşembe

BEN ÖLÜYORUM


Ben ölüyorum
Ben öldükçe, SENDE BENİMLE BİRLİKTE ÖLÜYORSUN
Acımasız duyguları barındırıyorum içimde
Kin, öfke, nefret ve aşk
Aşkı bana acımasız yaşatan sensin
Ben ölüyorum
Ben Öldükçe sende benimle birlikte ölüyorsun
Zamanın tutsağı oldum
Çıkamıyorum işin içinden
Ne göz yaşlarım,
Ne de içimdeki ızdırap duruyor
Ben kaçtıkça onlar kovalıyor
Kimse çözemez,
Yazın otasında birden üşüdüğümü
Kışın ortasında aklıma düşen sen var ya, ısındığımı anlayamazlar,

Ben ölüyorum
Ama bilmelisin ki SEN DE BENİMLE BİRLİKTE ÖLÜYORSUN


Yazan: Burcu Nermin Ozhan

Seninleyken, sensiz olmak

Ne kadar zor aslında
Seninleyken sensiz olmak

Bir tek sen anlarsın beni sanmıştım
Ne olursa olsun,
Hep biz diye birşey olacak sanmıştım

Zaman neleri alıp götürdü bizden
Ne yaptık biz kendimize böyle
Ne günahlar işledik
Öfkemize, kinimize
Yenik düştük

Oysa vaktimiz o kadar kısıtlı
O kadar az ki zaman
Ömrümüzden ömür gidiyor her saniye
Bunu bile bile neyin kavgasını yapıyoruz

Ne kadar kuvvetli bir illetmiş
Sevgimizin, aşkımızın, saygımızın
Önüne geçmiş

Bu ölümede değer mi?
Her emeğimizi silmeye değer mi?
O kadar yılların güzelliğinin hiç mi hatırı yok?
Ya hayallerimiz onlarda mı önemsiz?
Biz hiçmiş, herşey boşuna yaşanmış

Oysa zamanla tükenen öfkem
Sana saygımı asla yok etmedi
Ben ne kadar uğraşsamda seninleyim

Ben ne kadar istemesemde seni
Karanlıkta dahi olsa
Yine görürüm
Görmek istemediklerimi

Aslında sen bilmiyorsun
Ne kadar zor
Seninleyken, sensiz olmak

Bir bilsen ki sen
Bana ara sıra gelip
Yine sözler verdiğini
İşte o sözler var ya
Nasılda koyuyor, oturu veriyor yüreğime
Seninle yaşamak istediklerimi
Bir başkalarıyla
Yaşamak nasıl da koyuyor

Oysa ben hep benimle
Kalmanı istesem de
Oyun oynayışlardan vazgeçmeyişin
Ben elimi uzattığım an
Senin bahanelerinin tükenmeyişi
Asla büyüyemeyen aklının, çocuksuluğu
Beni tükendirişlerin, yormaların
Yine de beni vazgeçiremedi

Sen bir bilsen ki
Sabahları uyandığımda
Aklıma ilk gelenin
Halen sen olduğunu
Bulamadığımda iç geçinerek
Hayattan bir an koptuğumu

Sen bilmezsin ki
Bu ufacık kalbin
Halen senin için çarptığını
Senin için uyandığını
Oysa bir anlasan ki
Ne kadar da zor
Seninleyken, sensiz olmak


Yazan: Burcu Nermin Özhan

10 Aralık 2008 Çarşamba

?


Sen benim hep sırrım oldun
İçimde yaşattığım tek gerçeğimdin
Yanı başımda duran gerçeklerden değil
Sen benim uzaklardan dokunamadığımdın
Göğsünde huzuru bulduğum tek insandın
Nefes bile alamadığım
Uyku uyuyamadığım
Yalnızlığın cilvesiydi beklide
Gözlerine baktığımda
Mutluluğu gördüğümdün
Ellerini tuttuğum an
Hiç bırakamadığımdın
Yasaklarla dolu
Yüreğimde sıkışıp kalmıştın
Senin adın benim için hep aşktı
Nasıl dayanıyor yüreğim
O acıya bilemiyorum
Bir yandan sabır bir yandan seni diliyorum
Tükeniyorum
Hiç sevmemişsin beni gibi
Gelmiyorsun, gitmiyorsun
Sormuyorsun
Ben ise seni çok merak ediyorum
Ne yapıyorsun? Kiminlesin?
Nasılsın?

3 Aralık 2008 Çarşamba

Veda Etmeden Önce Yazılan Mektup:

Duygusal anları pek sevmem. Ağlamayı ve panik yapmayı kesin lütfen… Sıkıntılarınıza bir sıkıntı daha eklemek benim ağrıma gidiyor. Biliyorum kendi yaşantınızı yaşamayı istiyorsunuz. 40 – 50 yaşlarında insanları olarak hatalarınız, cahillikleriniz oldu. Çünkü hep kendi yaşantınız için… Şimdi bende kendi yaşantım için en önemlisi Yüksek Eğitim doğrultusunda daha da hırslı olup toplum tarafından kabullenilmiş bir mesleki boyuta geleceğim. Olanaklar neyi verdi ise hep o yön de geliştirdim. Bu saatten sonra ne olanak verir ise o yönde eğitim doğrultusunda geliştireceğim. Biliyorum çok zor olacak ama bunu kendim ve ileride olacağım annelik duygusu taşıyacağım çocuklarım için ve milletim için yapmak zorundayım. Size daha fazla huzursuzluk vermeden gene kendi hayatlarınız için bir şeyler yapın. Ben sizin gibi olmayacağım. Yaşanılanları, anlatılanları örnekler ve sözler bana güven verecek. Biliyorum ki babamın yok oluşu beni daha erkeksi ve savaşçı ruh olarak var etmeye devam edecek. Sen anne benim hayatta hırsı olmamı sağlayan tek kaynaksın. Ben herkesten şanslıyım zorlukların ne olduğunu kendi başıma herkesten daha üstün olabilmeyi yaşıtlarımdan daha çok önceden öğrendim. Bildiğiniz ya da bilmediğiniz hiç kimsenin yanına gitmiyorum. Kimseyi rahatsız etmem. Küfür edin, suratıma tükürün aldırmam. Ama beni merak etmeyin. Özür dilerim anne hayalin hep gelin giymekti bu anı ben sana zamanı geldiğinde yaşatacaktım. Hem de gururla ve şerefle ama böylesi kısmetmiş. Bayramlar da hasta anlarınız da hep yanınız da olacağım. Ölsem de size borcumu ödeyemem.
Allah’a emanet olun

ÇOCUKLAR DÜNYA’YI NASIL ALGILAR?


Bence çocukluk yarındır. Çocukluğu geçmişte kalan bir zaman dilimi olarak görmek çok yanlış! Yarın için barışçıl, güzel bir Dünya istiyorsak bunu çocuk duyarlılığı ile gerçekleştirebiliriz. Çocuk bir köşede kavga eder, sonra unutur ve barışır. Kin tutmaz hiçbir zaman. Bütün Güzelliklerde çocukluk vardır. Şöyle arkanıza yaslanıp, derince bir nefes alıp verin. Ve düşünün! Çocukluğunuz nasıldı?

Çocukken istediğiniz şeylere ulaşmak için ne de çok çırpınır ve heyecanlanırdınız. İçinde bir çocuk taşımayan yetişkinler Dünya’ya küser, karamsardırlar. Bu yüzden yetişkinler içlerinde bir çocukluk ruhu varsa mutlu olur, geleceğe umutla bakar. Bu da gösteriyor ki, çocukluk yaşamın mutluluk kaynağıdır.

Çocukken edindiğimiz varlıkları gönlümüzce yaptığımız için kalcılığını bana göre korur. Oyuncaklarımızı gönlümüzce oynarız. Sokakta gönlümüzce gezeriz, mahalle çocuklarıyla gönlümüzce oynarız ve bütün bunları gönlümüzce yaptığımız için yüzümüzde ki tebessüm hiç eksilmez. Elimizde ki parayı içimizden geldiğince abur cubur demeden veririz, sağlıklı olup olmadığını bilmek istemeyiz, gönlümüzden yemek istediğimizin fazlasıyla abur cubur yer ve mutlu oluruz.

Gönlümüzce olmayan bir şeylerde hemen ağlamaya başlar ve içimizde dert hırsı oluşur. Siz şuan farkında değilsinizdir ama çocukken içimizde hırs bağladığımız o gönlümüzden geçeni yapamadığımız zaman ağlamaya başlamamız geleceğin gülücük temelini atmışızdır. Bambaşka duyguların farklı mutluluğu tatmış yollarda aramaya koyulmuşuzdur. İşte zaten hayata bağlayan da bu hırslardır.

Çocukken yapamadığımızı ilerleyen yaşlarda büyük bir istekle gerçekleştirir. Mutlu olmuşuzdur. Ama siz bunun farkında değilsinizdir. Bulunduğunuz varlıkları gönlünüzce değerlendirmenizin önemi de buradan gelmektedir. Canlı ve cansız varlıkların hayatımızda değerini geçmişten geleceğe aktarmamızın, aktarmakta istediğimizin fazlasını aktarırız, gönlümüzce ve içimizin bize verdiği büyük tutku ile mutlu olur, yalnız olmalıyız. Bunu çoğu insan da başaramaz mutsuz ve yalnızdırlar, ellerindeki varlıkları gönüllerince değerlendiremezler ve böyle insanlarda bence acizdirler, ne geçmişin ne de geleceğin kalıcılığını korurlar ve bu insanlarda kolay unutulur.

Yaşamak hatırlamaktır. Hatasıyla, sevabıyla geçmişte yaptıklarını hatırlamak… Bu çok önemli!

İnsan geçmişte yaptıklarını hatırlamazsa ne olurdu? Düşünmek bile istemiyorum. Geçmişte yaptıklarını hatırlayacak, hatırlayacak ki hatalarını sorgulayabilsin. Hatırlayacak ki, mutlulukları tekrar yaşayabilsin. Yazan: Burcu Nermin Özhan

ASLINDA BEN SENİM!!!


Pişmanlıkların ne demek olduklarını biliyorum. Allah’a yakarışların nasıl olduğunu da biliyorum, anne.

Her zaman iyi olmayı, istediğini elde etmenin isteyişini, akıllı bir kadın olmak için hırslı ve tabii ki güçlü olabilmek için Allah’a nasıl dua ettiğini anlıyorum. Bu duaların başlangıcını sağlayan pişmanlıklar. Ben bunları görüyorum.

Seninle yaşarken; güçlü ve hırslı olmayı öğreniyorum, ailemin sözünü dinleyerek her zaman iyi olmayı başarıyorum, senin emeklerinin karşısında akıllı bir kadın oluyorum, bunların karşısında bir şeyler elde etmek için çaba sarf etmeyi yine seninle öğreniyorum anne…

Sen görüyor musun? Pişmanlıklarının karşısında kendin için Allah’a ettiğin dualarının karşılığını… Gözünün önünde duruyor. Yanında ve yakının da…

Hem de canından ben, aslında sen!

Beni sevdiğin kadar, ben evlat sahibi olana kadar seni sevemeyeceğimi anlıyorum, anne. Ama seni seviyorum. Senin canını taşıdığım için Allah’a şükrediyorum. Teşekkür ederim, Yarabbi. Teşekkür ederim, ANNE!!!
Yazan: Burcu Nermin Özhan

KALP KIRIKLIĞINA ZAMAN


Neden bu kadar zor, bugün sevdiğim insan şimdi başkası ile… Beni dün sevdiğini söyleyen, şimdi bugün de aynı şeyleri başka birine söylemek de… Gerçekten beni sevmiş mi idi? Gerçekten…

Yapmam gerekenleri, yapamaya çalışmaya başladım. Ne yaparsam, yapayım. Ancak onu aklımdan atamadım. Kader girdabında sürükleniyor gibiydim. Normal insanlarla zamanı öldürüyordum. Bu aynen şöyle idi: ‘‘ Saatte ne kadar bakarsam, zaman o kadar yavaş geçer. ’’

Bu altın kuralı aklımda tutmaya başladım, aslında saatlere de küstüğüm söylenebilir. Buna siz karar verin… Saniyeler size hiç işkence yaptı mı?

Ondan ayrıldıktan sonra, zaman kavramı benim için alt üst olmuştu. Uykusuzluğumla şuurumu kontrol edememek gibi bir şeydi bu… Hayal kavramları ile yaşıyor, geçmiş ile bugün arasında gidip geliyordum. Zamanla oyun oynuyordum. Ya zaman bana çivi söktürecekti ya da ben zamana çivi söktürecektim. Kişiye özgü bir durumdur.

Kimse zamanın donduğunu anlamaz, durdurulmuş yaşam kumandasın da, fark edilmeden özgürce hareket etmek den söz ediyorum. Zamanın aktığını değil de, bunun tam tersi… Mezarınızdan biri geçmiş hissine benzer. O an sokakta duran güzele karşı yakalamış, habersiz ve donmuş vaziyettesinizdir.

Dokunmak ve güzelliğe duyulan hayranlıktır. Ona duyulan bu hayranlık, onu kızdırır mı idi? Bunu o suç olarak mı kabullenirdi…

Her kıvrımını görüp incelemek, keşfetmek bunlara tapmak ve hayranlıkla sevmek, istemek neden, suç olsun ki! Çünkü bunları fark etmek eşsizliği kılan bir parçaydı. Bu eşsizliği veren bendim. Eşsizliği veren bensem, bu kızdırmak değildir. Eşsizliktir, onu özel kılmaktır.

Hazır olduğumda zamanı yeniden başlatmak için parmaklarımı çıtlatmaktı. Hep aynı şeyleri, aynı lafları, söylemekten sıkıldığımı fark ettim. Kendimi bok gibi hissediyordum. Yatağından ters kalkmak gibi bir şey…

Onu düşünmeden, zamanı geçirmek istiyordum. Hiç düşünmemek… Kafamda teoriler geliştirmeye başladım. Başka güzelleri keşfetmek, onları incelemek ve onlarla ilgilenmeli miyim? Düşüncesi aklımdan geçti. Dergilerdeki utanmadan verilen çıplak resimler ya da reel yaşamın içinde gezecektim bu düşünce ile… Aslında bu demek oluyor ki ilgi duymadan bir kızla yatmak anlamı oluyordu. Tanımadığın, ilgilenmediğin…

Aklıma gelen, çocukken mahallemizde ki; erkekler tarafından popüler olmuş ve paralı erkeklerin zaman acısını gidermekten anlayan tanrıçadan bahsediyorum…

Aslında istediğim, bir kıza baktığımda sadece gizemliliğini görmek istemiyorum. Ayrıca bunun yanında hissetmek de istiyorum. Bu hissetmek isterken, hissetmek istediğim kızın kimse tarafından fark edilmemiş, benim görebildiklerimi kimsenin görmemesini istediğim biriydi… Kendi halinde, kendi ışığında…

Bomboş okulun bahçesinde olmak gibi bir durumdu. Zaman sanki benim için durmuş. Sadece ben ve hissetmek istediğim kız olmalıydı. Oturmalıydık bir köşeye… Ve ilk öpüşme… Ya da bomboş hayal kırıklığı…

Bir kızla vakit geçirmenin en iyi yolu sinema diye düşünüyorum. Amacımın izlemek istediğimin mi, tutkulu bir an mı geçirmek istediği mi? Ayırt edemiyorum. Tutkularımın önüne geçemediğim için, beynimin ve ruhumun tutkuyla kaplı olarak sinemaya gitmeyi istiyorum. Tutkumla baş edemiyorum. Bu şöyle oluyor, erkeklik dürtülerimle kızı kaçırmak ve hayal kırıklığı… Tam tersi de olabilirse himayeme almak oluyor. Kendimle gurur duyarak, himayeliğimi nasıl yarattığı mı? Erkek arkadaşlarıma anlatmak ise en büyük neşe kaynağım… Belki de aptal duruma düşmek, dedikleri bu olsa gerek!

Düşünüyorum da; ölsem ve zamanı öyle izlesem, genç halim gitmiş geriye yaşlı ölmüş halimin kaldığını ve donmuş dünya da zamanı öyle geçirdiğimi, aslında bu donmuş dünya da çok vakit geçirdiğimi düşünüyorum. Böylesi belki daha iyi, daha dokunulmaz ve kendi dünyam da, gerçi kimin dünyası daha güvenilir olabilir ki?

İlk öpüşme olayında her zaman çuvalladığınızı düşünür müsünüz? Bir de bu çuvallama hayalinizi paylaştığınız biri ise…

Doğum günlerini ve partileri severim. Duygusal açıdan yoğunluk olduğunda bir erkek olarak sıkılsam da kendi hayal ve düş dünyam ile o anları imkânsız ve eğlenceli kılabiliyorum.

Uykusuz geçirdiğim günler git gide artmakta ve onu yavaş yavaş düşünmez oldum. Tekrar şimdi ki zamana döndüm. Zamanın artık yavaşlamadığını hissetmeye başladım. Dakikalar saatleri, saatler günlere, günlerde akıp giden zamana dönüştü. Kötü haber zamanın uçup gitmesi, iyi haber ise başkasını düşünerek artık geçirebiliyorum. Sanırım kalp kırıklığım düzeliyor. Tekrar tekrar düşündüm. Tekrar tekrar kafamda yeni birisini çiziyorum defalarca… Onun gözlerinde ki dünyayı görebiliyordum. Nadir hatlarını ve eşsizliğini… Hayallerimizin peşine ortak düşündüğümüzü görebiliyordum. Onun insan sevgisi ile benim yazma sevgim… Ve ilk öpüşme… Büyü bozulmuştu…

Artık haftalar sonra uyumaya başladım. Ve aniden uyandım. Uyandığım da, artık benimle ilgilenen biri olduğunun düşüncenin var olması, mutluluktan uçmam ve ayaklarımın yerden kesilmesi gibi bir şeydi bu duygular…

Hayatı karmaşaya çeviren aksaklıklar yine olabilir. Hazırlıklı olmalıyım. Hayat sürprizlerle doludur. Bana acıyı yaşatacak o kişiyle karşılaşabilirim. Farklı yerde, farklı zaman da ve yanımdaki bir başkasıyla…

Karşılaştım. ‘‘ Hayatı berbat ettik değil mi? Ben sadece üzgün olduğumu söylemeliyim. Sana beni mutlu etmen için şans vermedim. ’’ dedi. Söyleyecek bir kelimem var mı idi? Yoksa söylemem gereken cümlelerin çokluğu mu? Ben karar veremedim. Umarım siz karşılaştığınız da verirsiniz.

Zamanı hızlandırabilirsiniz, yavaşlatabilirsinizde ve durdurabilirsinizde, ancak başa saramazsınız da, yapılanı da geriye alamazsınız. Neyi gördüğünü düşündüm, neyi görmediğini de düşündüm? Nasıl açıklayacağı mı düşündüm? Ancak nasıl açıklarsam açıklayayım, onu sakinleştirecek düzgün bir söz bulamadım. Kaçınılmaz olanı daha ne kadar saklayabilirdim ki? Dünyam durmuşken, yine de çözüm bulamadım.

Bana acıyı yaşatıp, uyuyama mı, sağlayan mı? Yoksa yeniden uyumamı ve aniden uyanmamı sağlayan kadını mı sevmeliydim?

Bir zamanlar aşkın ne olduğunu bilmek isterdim. Aşk bulunmasını istediğim yerdedir. Gerçek güzelliğe sarılmış bir şekilde geçip giden saniyeler arasına katlandığını görmek büyük bir zevktir. Bir dakikalığına durmaksızın onu kaçırırsınız.


Yazan: Burcu Nermin Özhan

22 Eylül 2008 Pazartesi

Volkswagen Cabrio

Used Volkswagen Cabrio for Sale Austin Texas - kewego
Dream Cars Credit in Austin offers a used Volkswagen Cabrio with black interior in immaculate condition, 5MT with 93k miles. Offered by used car dealer Dream Cars Credit, certified, warranty available. (512) 929-3110
Keywords: dream cars credit volkswagen cabrio austin auto dealer warranty certified financing

((2001)) Volkswagen Cabrio

Dave Linger's Volkswagen Cabrio compilation film from Dave Linger on Vimeo.

I love lucy chocolate factory

I Love Lucy ((En Gözde Sahneleri))


LUCY !
Yükleyen Desilu500. - En harika videolar burada

The Saxophone / S2 E2




Ricky won't let Lucy go with him and his band on the road, so she
auditions for him with her saxophone. She fails at the audition, so
she pretends to have had a male visitor so that Ricky would believe
it's not safe to leave Lucy home while he's away.

I Love Lucy Song

I Love Lucy- Cuban Pete_Sally Sweet

1950s Pimp My Ride I Love Lucy Style

I LOVE LUCY

free video hosting
Free Video Hosting

10 Eylül 2008 Çarşamba

Müthiş Paten Kayan Kız

Judy Garland & Mickey Rooney - How about you?

Turkish Star Wars (1982)




Turkish-made film commonly known as Turkish Star Wars because of its notorious bootlegging of Star Wars film clips worked into the film. Released in 1982, Dünyayı Kurtaran Adam was created in Turkey caught in the midst of massive political upheaval. As a result, American-made films were not easily acquired and were often remade with a Turkish cast and setting. The musical soundtrack is entirely lifted from Western film hits of the time, primarily using Raiders of the Lost Ark. There are also scenes incorporating the music of Moonraker, Flash Gordon, Battlestar Galactica, Planet of the Apes and Disney's The Black Hole. Films considered the worst ever

9 Ağustos 2008 Cumartesi

Görsel Okuryazarlık

GÖRSELLERİ OKUMA DEĞERLENDİRME VE YARATMA SÜRECİ

Alev Fatoş PARSA*

Konuşulan dilin sözcük sayısı sınırlıyken,
görsel dili oluşturan imgelerin sözlüğü sınırsızdır.


Özet
Yazı, her dönemde anlam ve anlatımın kurulmasında mutlak egemendir. Görsel kültürün egemenliğindeki bu yeni yüzyılda ise, çağdaş batı toplumlarında imgelerin merkezde bulunduğu ve bu anlamda ‘göz merkezli’ (ing. ocularcentrism) toplumların oluştuğu sonucuna varılmıştır. Toplumsal anlamda bu sürece ulaşmak için elbette enformasyon teknolojilerinin ve görsel/işitsel kitle iletişim araçlarının gelişimi gerekmekteydi. Bu perspektiften bakıldığında görsel okuryazarlık sürecini; imgeleri okumayı, onları eleştirel değerlendirmeyi ve onların yaratım sürecini döngüsel bir bütünlük içinde düşünmenin önemli bir yetenek olduğunun anlaşılması gerekmektedir.
Anahtar Sözcükler: Görsel Okuryazarlık, Görsel Algılama, Okur


Abstract
Throughout human history, writing has always provided the means to establish and describe meaning. In this new century shaped by the visual cultures, ‘ocular-centric communities’ are established in the western hemisphere. From a sociological perspective the advancement of technological, informational and audio-visual media were necessary to attain this visual process. With this perspective, key requirements of visual literacy include the critical evaluation of images and a holistic consideration of the creative process behind images.
Key words: Visual Literacy, Visual Perception, The Reader



GİRİŞ
Yazılı sözcüklerin ve yazılı metinlerin anlamını öğrenmenin gerekliliği nasıl zorunluysa, görsel dilin bileşenlerini okumayı ve anlamayı öğrenmek de gerekmektedir. Görsel mesajları doğru olarak yorumlamak ve aynı zamanda böylesi mesajları yaratmak amacıyla öğrenilen yetenek görsel okuryazarlıktır. İnsanlar içinde yaşadıkları dünya ile görsel işitsel kitle iletişim araçlarının sunduğu dünyadan bir anlam çıkarmak, gösterilen enformasyonun ötesine gitmek, gözlediklerine bir anlam vermek isterler. Bu bağlamda geleneksel okuryazarlığın yanı sıra, yeni iletişim teknolojilerinin gelişimine paralel olarak görsel okuryazarlık (ing. visual literacy), medya okuryazarlığı (ing. media literacy), sinema okuryazarlığı (ing. cine-literacy), televizyon okuryazarlığı (ing. tele-literacy) ve bilgisayar okuryazarlığı (ing. computer literacy) alanlarının geliştirilmesi yolunda son yıllarda kuramsal olarak yoğun çalışmaların olduğu gözlemlenmektedir.

Görsel okuryazarlığın en bilinen özelliği her şeyin “görme” olgusuna dayandırılmasıdır. Herhangi bir işlevsel ya da sanatsal metinde anlam, hem onu yaratan hem de onu okuyan alıcısı tarafından, zihinsel süreçte karşılıklı dinamik bir etkileşimi işaret etmektedir. Anlamın inşası, hem kültürel, hem toplumsal hem de tarihsel koşullar altında bitmez tükenmez bir üretimdir. Dil, bu süreçte gerçeği anlamlandırmaya çalışan insanın başvurduğu tek iletişim sistemi değil, sadece en fazla başvurduğu sistemdir. Günümüzde çevremizin çok sayıda ve değişik biçimlerde görsellerle kuşatıldığı düşünüldüğünde, onların da kendine özgü bir yapısı olduğu, dış gerçekliğe ve kültüre özgü görsel bir dil oluşturduğu söylenebilir. Görsel iletiler bilindiği gibi, hemen algılanabilen düzanlamlarının yanında yananlamları da yapılarında barındırırlar. Görsel metinlerde, ilk bakışta algılanmayan bu yananlamların çözümlenebilmesi için, dilde olduğu gibi okunmasının da öğrenilmesi gerekmektedir.

Görsel okuma tanımlamalarının çoğu bireyin görsel bir imgeyi, görüntüyü nasıl yorumladığı olgusunu da içermektedir. Görsel algılama görsellere ilişkin bilginin beyindeki serüvenidir ve üç aşama içermektedir. Görme eyleminin biyolojik etkinliğinin ardından, zihinsel (psikolojik) ve kültürel okumalara geçilmektedir. Görsel okuryazarlık etkinliğinin oluşması için öncelikle sağlıklı bir görme eyleminin oluşması ve imgenin retinaya düşmesi gerekmektedir. İmgenin zihinde dolaşması ve orada tanınması psikolojik etkinliktir. Zihinde beliren imgeye beynin daha önce öğrendiği ve anı deposunda sakladığı enformasyona ve kültürel kodlara göre anlam vermeye girişmesi görsel okumadaki son aşamaya işaret etmektedir. Bu bağlamda, görsel okuryazarlığın ilk aşaması ‘görsel algılama’dır. Rune Pettersson’a göre görsel okuryazarlık; “Görsel bilginin anlamını ve görsel mesajları kesin olarak yorumlama ve bu tür mesajları yaratma yeteneğini öğrenmek olarak adlandırılmaktadır.”(1988: 155). Görsel dilin de konuşulan ve yazılan dillerin olduğu gibi kendine özgü grameri, kodları ve sentaksı bulunmaktadır. Belirli bir sınıra kadar görsel dillerin grameri ve sentaksında yer alan bazı faktörler bilinmektedir, ancak bu konu üzerinde yine de yeterli kuramsal çalışmaların yapılmadığı bilinmektedir. Bu çalışmada görsel okuryazarlık alanının kapsamının açıklanmasının ardından bu durağan görüntülerde görsel dili oluşturan bileşenlere ve kodlara yer verilmeye çalışılmıştır.

1. Görsel Okuryazarlık Alanı, Tanımı ve Kapsamı
Toplumsal iletişimde işitmeye ve görmeye dayalı bir kültür, giderek yazılı kültürün önüne geçmektedir. Paul Martin Lester “Visual Communication - Görsel İletişim” (2000) kitabının daha önsözünde, okumanın günümüzde ‘dinlemek ve izlemek’ karşısında güç kaybettiğini belirtmektedir. Bugün, yüzlerce sayfayla yazılıp incelenen tarihsel bir dönem, iki saatlik bir sinema filmiyle görsel-işitsel olarak anlatılabilmektedir.

Görsel iletişim ve görsel okuryazarlık çalışmalarının en temel kuramsal temellerinden biri enformasyon iletiminin imgeye dayanmasıdır. Braden ve Hortin’e (1982) göre; “Görsel okuryazarlık imgeleri anlama ve kullanma yeteneğidir. Bu yetenek imgeler üzerine düşünme, öğrenme ve açıklama süreçlerini içermektedir” (1982:41). Son yıllarda görsel okuryazarlık kavramı yanında medya okuryazarlığı kavramı da sık kullanılmaya başlanmıştır. Bu iki kavramın birbirinden farklı olduğu üzerinde durulmaktadır. Chauvin’e göre, “Medya okuryazarlığı tanımlarının tümü kitle iletişim araçlarını merkeze almakta, mesajların kitleler tarafında tüketildiğini vurgulamakta ve mesajların nasıl ve hangi amaçla yapılandığı üzerinde durulmaktadır” (2003:122).

Görsel okuryazarlığın önemini ve farklılığını De Fanti, Brown ve McCormick şöyle vurgulamaktadır; “Karşılıklı konuşuruz (işitiriz) ve 5000 yıldır sözcüklerimizi muhafaza ederiz, ancak gördüklerimizi paylaşamayız” (Akt: Trumbo,1999:421). İletişim süreci içinde görsel okumayı anlamanın çok ayrı bir yeri vardır ve mutlaka açıklanmalıdır. Johannes Gutenberg’in matbaayı icat etmesinden önce, Avrupa’da insanların ancak yüzde 30’u okuyabiliyordu. Bu buluştan 70 yıl kadar sonra Avrupa nüfusunun yüzde 80’i artık okuryazardı (Lester,2000). Sözcüklerin anlamlarının okunabilmesi ve metinlerin öğrenilmesi gereğinin zorunlu olduğunu günümüzde herkes takdir etmektedir. Televizyonun, bilgisayarın ve özellikle masaüstü yayıncılığın, internetin icadından sonra iletişim alanında görsel mesajların rolü de değişmiştir. Lester’ın deyimiyle, “insanlar kelimeleri okumayı düşündüler, ancak görüntüleri okumayı asla düşünmediler… Bugün kelimeleri okumaktan daha çok medyada imgelerle karşılaşmaktayız” (2000: 21). Günümüzde artık yoğun olarak görselleştirilmiş bir toplum içinde yaşanırken, halkla ilişkiler, gazetecilik, sinema, fotoğraf, reklam, televizyon, görsel ve grafik tasarımı alanıyla ilgilenenlerin, sunulan kelimeleri ve görüntüleri nasıl kullanacaklarını, nasıl yorumlayacaklarını bilmeleri gerekmektedir.

Paul Messaris “Visual Literacy: Image, Mind & Reality - Görsel Okuryazarlık: İmge, Zihin ve Gerçeklik” (1994) kitabında görsel okuryazarlığın, “imgelere eleştirel bakışı öngördüğünü” (s.166) belirtirken, aynı zamanda “imgenin hem üretim (production) süreci, hem de tam aksi imgenin yorumlanma (interpretation) sürecinin birlikte incelenerek anlamlandırma deneyimine ulaşılması gerektiğini” (s. 180) belirtir. Heinrich, Molenda ve Russel (1982) için görsel okuryazarlık; “görsel mesajları doğru olarak yorumlamak ve böylesi mesajları yaratmak için öğrenilmiş bir yetenektir” (Akt: Chauvin, 2003,123).

Anthony Pennings’e (2002) göre, “görsel okuryazarlık; görülebilenlerle, ne görüldüğüyle, görülenlerin nasıl yorumlanacağıyla ilgilenen bir çalışma alanı” olarak ortaya çıkmaktadır. Uluslararası Görsel Okuryazarlık Topluluğu IVLA’nın (İng. International Visual Literacy Association) kabul ettiği “görsel okuryazarlık” tanımına göre ise; “Görmenin, aynı zamanda diğer duyusal deneyimlerle sahip olduğu ve bütünlediği görme yeterliğinin (ing. vision competiences) gelişimidir. Bu yeterliğin gelişimi temeldir. Bu gelişim sağlandığında, görsel okuryazar bir insan çevresini saran doğal veya insan yapımı görsel hareketleri, nesneleri ve/veya sembolleri ayırt etme ve yorumlama yeterliğine sahip olur. Bu görsel yeterliğin yaratıcı kullanımıyla insan, diğerleriyle iletişim kurabilir ve görsel iletişimin temel çalışmalarını kavrayabilir” (IVLA,2006). Görsel okuryazarlık, neyin nasıl göründüğü ve bu görünenin de nasıl yorumlandığının üzerine odaklanmaktadır.

Görsel okuryazarlık tüm sanatsal üretimlerde olduğu gibi ‘yaratıcılık’, ‘uygulama’ ve ‘dışavurum-anlatım’ süreçlerini içinde barındırır (Chauvin,2003:123). Rune Pettersson’a göre ise; “Görsel bilginin anlamını ve görsel mesajları kesin olarak yorumlama ve bu tür mesajları yaratma yeteneğini öğrenmektir” (1988:155). Bu anlamda görsel okuryazarlıkta yorum ve yaratımın, yazılı metinlerin okuryazarlığında olduğu gibi okuma ve yazma süreciyle paralel olduğu söylenebilir. Görsel diller de, aynen konuşulan ve yazılan dillerin birbirinden ayrıldığı gibi, birbirinden farklı olabilir. Görsel dilde kullanılan kodlar farklı kültürlerde ve alt kültürlerde de farklılık gösterebilir. Herhangi bir batılı toplumda dahi görsel kodlar ülkenin değişik bölgelerinde, farklı sosyo-ekonomik grupların arasında vs. farklılık gösterebilir. Görsel dillerin de aynen konuşulan ve yazılan dillerde olduğu gibi kendine özgü grameri, kodları ve sentaksı bulunmaktadır. Görsel dillerin grameri ve sentaksında yer alan bazı faktörler daha belirgindir. Görsel okuryazarlığın ilkelerini saptamaya çabalayan Reynold Myers (1985) “Görsel okuryazarlık teorisinin ilkeleri”ni ise şöyle belirlemiştir:
• “Görsel dil oluşturulma yeteneği, sözlü dilin gelişiminden önce ve ona bir temel oluşturmak üzere gelişmiştir.
• Görsel dilin gelişim seviyesi, öğrenenin etkileşime girdiği nesnelerin, görüntülerin ve beden dilinin zenginliğine, çeşitliliğine ve karşılıklı etkileşim derecesine bağlıdır.
• Görsel dilin gelişim seviyesi, öğrenenin süreçlere doğrudan katılımı ve nesneleri, görsel imajları ve beden dilini yaratmak üzere kullanılan ekipman tarafından kolaylaştırılır” (Akt: Pettersson,1988:123).

Görsel okuryazarlığın daha iyi anlaşılabilmesi amacıyla son olarak geleneksel okuryazarlıkla karşılaştırılması yerinde olacaktır. Bu tür bir karşılaştırmayı “Yeni Ekonomide Bilişim İletişim Teknolojileri (Bit) Ve Bilgi İşçileri” adlı makalesinde bilişim okuryazarlığı ve klasik okuryazarlık üzerine Özgüler (2006) gerçekleştirmiştir. Buna paralel olarak bu çalışmada da görsel okuryazarlık ile geleneksel okuryazarlık karşılaştırıldığında ve fiziksel, sosyal, ekonomik ve üretim becerileri kapsamında değerlendirildiğinde tabloda yer alan verilere ulaşılmıştır.

Tablo.1 Okuryazarlık ile Görsel Okuryazarlığı karşılaştırarak değerlendirme



Okuryazar olmanın sağladığı, bilgiye sahip olma niteliğidir. Bilginin aynı anda pek çok kişi tarafından kullanılması ve tükenmemesi ancak yerine yeni bir bilgi geldiğinde eskisinin kullanımının azalması söz konusu olsa da hiçbiri birbirini yok etmemektedir. Klasik okuryazarlıktaki okuma ve yazma olgusunun karşılığında, görsel okuryazarlıkta yaratma ve yorumlama en belirgin ayrım olarak yer almaktadır. Konuşma dili ile yazılı dilin ayrılması gibi, görsel diller de ayrılmaktadır.
Görsel okuryazarlık çalışmalarında en temel kuramsal alanlardan biri görüntünün doğasındadır. Görsel iletişimde en önemli olgu enformasyon iletiminin görüntüye dayanmasıdır. Bu nedenle, görsel iletişimi irdelemenin yapısal çözümlemesinde ilk yapılacak olan görüntünün doğasını anlamaktır.

2. Görsel Okuryazarlığın Temel Birimleri
Sözlü okumanın kullandığı ortak anlam birimleri ve öğelere paralel olarak, görsel okuryazarlıkta da bu ortak sınırlar içinde işleyen anlam birimleri ve öğeler bulunmaktadır. Herhangi bir görsel iletişimde kompozisyon kurmaya hizmet eden elemanlar, aynı zamanda görsel okuryazarlığın temel öğeleridir.

İnsan, görüş alanı içine giren ve kendi ilgisini çeken herhangi bir konu üzerine dikkatini odakladığında, çevresinde çelişen diğer ayrıntıları gözden kaçırabilmektedir. Bu durumda görüntünün tümü ilgiyi dağıtacak öğelerden temizlenerek, görsel iletişim dilinin temel öğeleriyle düzenlenmektedir. Görsel öğelerle oluşturulan yaratıcı etkinlikler izleyicilere yeni bir gerçeklik sunmaktadırlar. Mesaj, eğer teknik ve yaratıcı süreçte başarılı biçimde sunulursa izleyeni inandırıcılığıyla etkileyebilir. Görüntüler aslında ilk bakışta sıradan görünürler. Basitten karmaşığa, somuttan soyuta, düz anlatımdan dolaylı anlatıma, görüntüyle bir dünya yaratma diğer sanatlarda olduğu gibi kişisel üsluplara göre değişmiştir ve değişecektir; değişmeyen görüntünün üstünlüğü ve dilidir (Kılıç, 2000:51).

Görüntüler önce zihinde tasarlanmakta ve görselleştirilmektedir. Bu görselleştirme süreci masa başında kağıt üzerinde yapılan bir dizi çalışmadan sonra maddileşir. Böylelikle adım adım düzenlenmesi gereken temel görsel estetik öğeler ortaya çıkmaya başlar. Sanatçılara “görmeyi” öğreten ilk sanat dalının resim olduğu bilinmektedir. Bu sanat dalında geçmişten günümüze kadar gelen görüntü öğeleri; perspektif, kompozisyon, renk, form, ritim ve ışık-gölge vb. evrensel elemanlardır. Resimdeki bu kompozisyon ilkeleri, görsel dilin estetik öğeleriyle açıklanmalıdır. Çünkü bunlar, herhangi bir resmi izleyen kişinin resimdeki kompozisyonu anlayıp anlamlandırabilmesini sağlayan temel öğelerdir.

Her türden görsel materyaller, mesajlar, nesneler ve deneyimler için de geçerli olan temel komposizyon öğeleri görsel iletişimin temel birimlerini oluşturmaktadır. Bu elemanlar: mekanın işaretçisi nokta (ing. dot); sınır tanımayan bir bitiştirici olan çizgi (ing line); daire, üçgen, kare gibi temel şekiller (ing. shape); temel şekilleri ilerleten hareketin yönü (ing. direction); değer (ing. value) tüm elemanların en temeli, ışığın yokluğu ya da varlığı, kromanın eklenmesiyle renk ve değer iş birliğinin ortaya çıkardığı temel renk (ing. hue) ve doyma (ing. saturation); gözle görülen ya da elle tutulan, görsel malzemenin yüzeysel özelliği olan doku (ing. texture); bir görüntünün görece ölçüleri (ing. scale); diğer teknikler aracılığıyla ima edilen boyut (ing. dimension) ve hareket (ing. motion) (Block,2001:13-153; Brommer,1997:42-54; Horn,1967:122-132; Horn,1975:10-62; Lester,2000:31-37; Ragands,1988:63-330; Südor,2000:11-196). Tüm bunlar özellikle durağan imgelerde görsel okuryazarlığı, yani bir görüntünün anlamını ve öğelerini temel görsel elemanlar aracılığıyla kavrama yeteneğini oluşturmaktadır.

2. 1. Nokta
Yer belirleyici bir işaret sayılan nokta, görsel anlatımın temel öğelerinden biridir. Görsel olarak nokta; bulunduğu yere göre küçük, merkezsel benektir. Bir nokta mekan içindeki (uzaydaki) bir pozisyonu (durumu) gösterir. İki çizginin birleştiği ya da kesiştiği yeri gösterebilir, bir düzlemin köşesini, bir işareti, bir yeri belirler. Nokta düzensizliğin içinde ilk düzen elemanıdır (Çellek, 2002). Nokta, geometrik olarak görselliğin anlatımında çeşitli büyüklüklerde, boş ya da dolu yuvarlaklar olarak değerlendirilir.

Biçimi oluşturan elemanlardan biri olan nokta, düzen içerisinde sözü bulunan bir elemandır. Noktanın yüzey üzerinde sayıları arttıkça etkileri de değişik olur. Tek başına durgunluğu ifade eden nokta çoğaltıldıkça giderek dinamizme, ritme ya da kargaşaya dönüşebilir. Noktalar yan yana geldiklerinde birbirleriyle ilişkiye girer, bu bağıntı bazen çizgiselliğe bazen de lekeselliğe dönüşebilir. Noktanın yanına ikinci bir nokta geldiğinde kompozisyon ilkeleri başlar. Nokta bulunduğu yer ve çevreye göre noktadır. Evren içinde dünya da bir noktadır.

Nokta bir düzlem üzerindeki bir koordinatın yerini doğru belirlemek için de kullanılır. Terim olarak görsel iletişimin en basit ünitelerinden biri olmasına rağmen görsel okuma dünyasında büyük anlam taşımaktadır. Nokta tek başına durduğu zaman dikkatimizi belli bir noktaya yönlendirebilir. Nokta tanımlanmış bir eksen üzerine konulduğunda görsel bir armoni duygusu yaratabilir. Çizgi oluşturmak olarak da adlandırılan bu süreç kompozisyona bir duygu verir. Bunun tam tersi olarak noktayı bir çerçevenin doğal eksenlerinden uzak bir yere koyduğunuzda kompozisyona gözü kendine çeken enerjik bir görsel vurgulama verir. Bu görsel çekime “keskinleştirme” (ing. sharpening) adı verilir.

Bir grup nokta hareketi ve yönü gösterebilir, daha önemlisi bir zincir biçiminde yan yana toplandığında, noktalar görsel öğelerden diğerini yani çizgiyi oluşturmaktadır.

2. 2. Çizgi
Çizgi, basit ama güçlü bir görsel araçtır. Bir yüzey üzerinde bir noktanın çizdiği yolun görsel izi gibi görülebilir. Buna göre çizgi, görsel bir mekanda bir taraftan diğerine hareket için gerekli bir elemandır. Çizgi kendi yönü doğrultusunda kesin bir amaca sahiptir. Tam olarak dış mekandaki ufuk çizgisinin denge ve uyum sağlaması gibi, herhangi bir kompozisyonda yer alan yatay bir çizgi denge duygusu yaratmaktadır. Diyagonal çizgiler ise, tam aksine görsel baskı yaratır ve gözü çeker. Bu baskı bir kompozisyonda ilgi noktasını arttırır ve çoğu zaman bir hareketi belirtmek için kullanılır.

Sanatçılar çizgiyi gözün hareketini kontrol etmek amacıyla kullanırlar. Çizgiler, gördüğümüz görsel imgelerin içine, dışına ve çevresine rehberlik etmektedir (Ragands,1988:63). Dünya üzerinde de herhangi bir araçla çizilmemiş, çeşitli çizgisel yapılarla karşılaşılmaktadır. Bazı nesneler çizgi gibi görünmektedirler. Örneğin, çiçeklerin sapları, örümcek ağları gibi. Sanatın çizgi ile başladığı da bir gerçektir. Özellikle 17. yüzyılın sonlarında batılı sanat kuramcıları resmi iki temel ilke çerçevesinde tanımlıyorlardı: Hat (çizgi) ve renk. Çizginin mi yoksa rengin mi yeğlenmesi gerektiği o dönemdeki en büyük tartışmaların odağındaydı. Çizgi, “akla ve rasyonaliteye seslenirken, eril ve katı görülüyordu. Renk ise, tam aksine, duyguyu resme yansıtan dişil bir araç konumundaydı” (Leppert,2002:261).

Çizgiler, ister gerçek veya boyanmış dekor halinde olsun, isterse hayali yani nesne ve insanların duruş pozisyonuyla yaratılmış olsun, bir resimde görsel anlam yaratmada önemli işlevler yüklenmektedir. İzleyicinin bilinçaltını bir dizi psikolojik enformasyon alması için güdülemektedir. Dikey çizgiler erkeksi öğeler katarken, resmiyet duygusunu da verirler. Yatay çizgiler, görüntüye genişlik ve açıklık sağlarlar. Diyagonal çizgiler, çatışma unsurunun göstergeleridir. Kavga, mücadele ve savaş görüntülerinde kullanılırlar. Yuvarlak çizgiler ise, erotizm, zarafetin göstergesiyken, aynı zamanda zayıflık izlenimi yaratırlar.

2. 3. Şekil
Şekillerle suretlerle dolu bir dünyaya doğar, büyüdükçe onları okumayı ve görsel görüntüleri ihtiyacımız olan enformasyona nasıl dönüştüreceğimizi öğreniriz. Şekiller dünyasını diğerleriyle paylaşır, onun terimlerine göre düşünür ve iletişimde bulunuruz. Sözel okuma kadar görsel okuma da yaparız. Resimsel bir kodu nasıl tanıyacağımızı öğrenir, kültürel açıdan belirlenmiş dilini nasıl anlayacağımızı öğreniriz. Çevrede yardımlarıyla gidip geldiğimiz posterler, haritalar ve resimler üzerindeki göstergeleri okuyabiliriz. Şekiller görsel araçlarda çok çeşitli yolla oluşturulurlar. Nesnelerin, eşyaların kabataslak çizgileri gibi tanımlanabilir ya da komşu nesnelerin farklı parçalarından birleştirilebilir; nesneler arasında negatif şekiller ya da farklılıklar olarak da var olabilirler (Ragands,1988:97).

Şekilleri okurken temel aldıkları geometrik birimlerden yola çıkarak daha basit biçimlere ayırmaya yöneliriz. Çoğu kimse bir daire, bir kare, üçgen, oval ya da eşkenar dörtgeni hiç güçlük çekmeden hemen fark eder. Bir görüntü bir kaç saniye süreyle gösterildiğinde muhtemelen onun tüm ayrıntıları hatırlanmayabilir, ama onun temel biçimi hakkında bir fikir sahibi olunabilir. Henüz okuryazarlığı olmayan tipik bir çocuk resmi incelendiğinde, güneşin yuvarlağı, evlerin kare şekilleri ve insan yüzlerinin oval biçimleri görülmektedir.

Üçgen, altıgen, dörtgen, daire, kare, yamuk gibi şekillerin geometrik biçimlerinin şekil dilinin bir tür alfabesini oluşturduğu söylenebilir. Farklı şekiller farklı öyküler anlatır. Sonsuz değişkenler, karşılıklı etkilemeler sürekli merak çeker. Bunun uygulanma yollarından biri de sanattır. Sanatçılar şekil algılanması ile oynarlar. Geometrik biçimlerdeki şekiller dünyayı çözümlemeye ve yapılandırmaya katkıda bulunurlar. Şekiller çeşitli öyküler anlatırlar, evrenseldirler ve kültürel sınırların da ötesinde anlaşılabilir olgulardır. Bu olgunun uygulama araçlarından biri sanattır. Sanatçılar sonsuz sayıda değişkenle şekil algılaması ile oynarlar. Farklı biçemler ve farklı kapasitelere önem verirler. Örneğin; ressam Matisse tüm ayrıntıları en aza indirgeyerek en katışıksız biçimleri göz önüne sermeye, ani bir heyecan duygusu vermeye çalışmıştır. Matisse kenar çizgilerini basitleştirerek figürlerin biçimlerini bozmuştur, böylece izleyicinin şekilleri kendi bütünlükleri içinde görmesini istemiştir (Gombrich,1976:453).

2. 4. Doku
Doku herhangi bir yüzeyin hissedilmesidir. Birey herhangi bir şeyin ne olduğunu anlamak istediğinde fiziksel olarak onu dokunarak hissetmek ister. Doku çevreyle etkileşim kurulduğunda hissedilen bir öğedir. Doku anlayışı sadece dokunma duyusuyla sınırlı değildir. Doku gözlerle de hissedilmektedir. Doku öğesine öncelikle dokunma duyusu noktasından bakılmalıdır. Bir kimse eğer bir şeftaliye dokunursa onun “yumuşaklığını” hissedebilir, benzer şekilde şeftali resmine bakarsa onun “yumuşak” göründüğünü söyleyebilir. Bunun nedeni, dokunma duyusu çevreyi daha iyi anlamayı sağlarken gözlerle işbirliği içinde olmasıdır. Parmakların bir kayanın sert yüzeyini algılaması gibi, gözler de dokunmadan önce bile yüzey üzerindeki en ufak değişimleri fark edebilir. Görsel sanatlarda ve görsel okumada doku öğesinin büyük anlamı bulunmaktadır.

Doku öğesinin daha iyi anlaşılması istenirse, bugün içinde yaşanılan dünyayı gözlerken elle hissetme yaklaşımına daha sık başvurulması gerekmektedir. Görsel okumanın bazı diğer öğeleri de dokuyla ilişkilidir. Örneğin; nokta ve çizgi tüm görsel imgeleri düzenlemeye yarayan en temel öğelerdir (Lester,2000:36).

2. 5. Ölçek
Rönesans’tan beri ölçek, tümüyle görsel okumanın bütünleşik bir parçası olmuştur. Görüntünün ölçeği nesneler arası ilişkileri göstermektedir; bununla birlikte görsel ölçek, ağırlık ölçümünden çok, nesnelerin görünen görece ölçüleriyle ilgilenmektedir. Ölçek, nesnelerin görünen ölçülerini yönlendirerek bir dizi etki yaratmakta kullanılır. Ölçek yönlendirmesi, temel görüntüye yeni bir hayatiyet vererek daha fazla anlam katabilir (IVLA,2002:2).

Ölçek daha çok iki boyutlu bir yüzey üzerinde derinlik duygusu yaratmak için de kullanılır. Bu tekniği ilk kullananlardan biri Rönesans sanatçılarından Raphael’dir. Onun eserleri Batı’ya, sanat dünyasında derinlik yaratmak için ölçek kullanılması gereğini göstermiştir. Bu tekniğin temel ilkesi, nesnelerin ufuk çizgisine yaklaştıkça görünen ölçülerine göre daha fazla küçülmeleridir. Yüzyıllar sonra görsel iletişim üzerine çalışan sanatçılar bu tekniği, resim, fotoğraf ve sinema sanatında standart bir derinlik sunma olarak kabul etmişlerdir (Lester,2000:35).

2. 6. Yön
Yön şekillerde, bir şeklin var oluşunun temel öğesi olarak bulunmaktadır. Şeklin yönü yatay, dikey, diyagonal ya da yuvarlak olabilir. Bir okurun bir görüntüyü taraması önce dikey sonra yatay eksende olmaktadır. Buradan gözün herhangi bir görüntüden nasıl enformasyon topladığı ortaya çıkmaktadır. Bir görüntünün eğer yatay ve dikey yönlerinin yerini diyagonal yön alırsa, görüntü daha dengesiz görünmektedir; çünkü diyagonal yönler hareket, heyecan ve değişiklik duygusu taşımaktadır. Diyagonal yön güçlü bir dengesizlik ve hareket izlenimi verdiği için, en dinamik yön olarak kabul edilmektedir

2. 7. Perspektif
Güzel sanatlarda perspektif, derinlik yanılsamasının herhangi bir grafiksel yöntem ya da boyama tekniğinden elde edilmesini ifade etmektedir. Perspektif, yanılsama, iki boyutlu düzlem üzerinde üç boyutlu görünüm, resim üzerindeki imgelerin derece derece küçülmesi, renklerin giderek solması ve figürlerin ön düzlemden arka düzleme doğru gittikçe belirsizleşmesiyle yaratılmaktadır (Genç, Sipahioğlu,1990:88).

2. 8. Renk
Görsel okuryazarlığın iki önemli öğesinden biri çizgi diğeri ise renktir. Çizgi akla seslenirken, renk duygulara seslenmekteydi (Leppert,2002:261). Yaygın olarak kabul edilen görüşe göre ise; insan küçük yaşlardan beri önce yüzeyleri somut bir biçimde çizerek sınırlamakta, ardından bu sınırlamanın içini renklendirerek ifade katmaktadır. Böylece çizgiyle sınırlanan yüzeyler renkle zenginleştirilmektedir.



Şekil - 1 Renk tekerleği (Kaynak: Brommer,1997:46)

Temel renkler; sarı, kırmızı ve maviden oluşmaktadır. Diğer tüm renkler, bu temel renklerin karışımından oluşmaktadır. İkincil renkler ise; turuncu, yeşil ve mordur. Renk yamaları eğer en üst doyma noktasında düşünülür ve algısal benzerlik temeline göre yerleştirilirlerse, elde edilen yuvarlağa “renk tekerleği” (colorwheel) (Şekil:1) denilmektedir. Kırmızıyı turuncu, turuncuyu sarı izler, sarıyı, yeşil, mavi ve mor takip eder, ardından renk tekerleği tekrar kırmızıya döner (Metallinos,1996:23).

Renk değerleri ya da tonlama olarak bilinen bu görsel öğe, en basit tanımıyla ışık ve gölgenin -aydınlık ve karanlığın- yan yana gelmesidir. Değer, görünebilir her şeyde aydınlık ve karanlığın şiddetidir. Doğada çoğu kez insan gözü tarafından kolaylıkla ayırt edilemeyecek yüzlerce farklı değer basamağı bulunmaktadır. Görüntüler pigmentlerden, boyadan ya da gümüş nitrattan elde edilen doğal tonlamalardan elde edilirler. Renk değerlerinde siyahtan beyaza doğru birbirini izleyen 13 basamak bulunmaktadır. Bu basamaklar, gölgeleme farklılıkları olarak tanımlanan tonlama ölçeğinden kaynaklanmaktadır. Ölçeğin en aydınlık ucunda bulunan değer basamağı, “Yüksek anahtarlı” (İng. High Key) olarak tanımlanır. Bu türde yapılan çalışmalara örnek olarak Cloude Monet’nin tabloları verilmektedir. Ressam Rembrandt’ın çalışmaları ise, değer ölçeğinin en karanlık ucunda (İng. Low Key) bulunan basamakların kullanılmasına örnek teşkil etmektedir (Lester,2000).

Doğada eşyaların gölgeler tarafından karartılmasından dolayı sanatçılar bu kavramı göstermek için yeni teknikler geliştirmişlerdir. Resim sanatında kullanılan sfumato (duman) tekniği, kademelendirilmiş değerleri kullanan bir tekniktir; hareketi belirtmek kadar, görüntüleri bulanıklaştırıp belirsizleştirmek amacıyla kullanılmaktadır (Südor,2000:182). Sanatçının değer elementini yönlendirmesine izin veren bir başka teknik de chiaroscuro’dur (Südor,2000:176). Bu karşıtlık tekniği ışık-gölge arasındaki farklılıktan ortaya çıkmaktadır. Aydınlık ve karanlık tonların yan yana getirilmesiyle, nesnelerin ya da görüntülerin özellikle tezat etkisiyle algılanan değerlerini değiştirmektedir. Renk, en temel görsel elemanlardan biridir.

2. 9. Hareket İzlenimi
Hareketsiz görüntülerde hareket izleniminin ortaya atılması çoğu zaman doğal olmayan bir görünüm vermektedir. Resim sanatında Sfumato tekniği kullanarak hareket yanılsaması yaratılmaktaydı. Bu, İtalyan ressamların hareketi belirtmek için kullandığı bir tekniktir. Mona Lisa’nın tebessümü “sfumato-duman” etkisi vermeye iyi bir örnektir. Da Vinci, Mona Lisa’nın dudaklarının köşelerini belirsizleştirerek onun gülme ya da ağlama eylemi içinde olduğu yanılsamasını yaratmaktadır. Mona Lisa’nın yüzündeki ifadede oluşan belirsizlik, izleyicinin kendi seçtiği yorumlamayı yapmasına zorlamaktadır. Bir figürün ağırlığını değiştirmek ya da bükmek hareketi ima etmek için başvurulan bir tekniktir. Hareketsiz resimlerde dansçıların eğilmiş bedenleri denge dışıdır ve figürün bir hareket süreci içinde olduğu izlenimini vermektedir. Bir çizgi ya da bir ağacın dallarının rüzgarın yönünde eğilip bükülmesi hareketi ima eden faktörlerdendir.

Görsel iletişimin perspektifinde görsel okuryazarlığın temel birimlerini açıklamanın ardından, bu birimleri görerek anlam çıkarmaya çalışan bireyin -okurun- içsel bünyesinde gerçekleşen değişikliklere değinmek yerinde olacaktır.

3. Görsel Algılamada Okurun Rolü
Görme ve bakma birbirinden farklı etkinliklerdir. ‘Bakma’ tamamen duyu organlarıyla ilgili fizyolojik bir etkinliktir. Buna karşın ‘bilme’ zihinsel faaliyetin kültürel kodlarla birleşmesinden ortaya çıkan zihinsel, duyusal ve kültürel bir etkinliktir (Metallinos,1996:190). Görsel okuryazarlığın önemli bir etkinliği görsel algılamadır. Görsel algılamada genellikle dış dünyaya bakılmakta, anlam farklı duyumsal titreşimlere/etkilere ayrılmaktadır. Bu etkileri tanımlamak ve onları anlamak için örgütlemeye girişilmektedir. Çevresel uyarıya aşina olma derecesine bağlı olarak önce bu özel uyarının biçiminin ne olduğu sorulmakta, sonra onun derinliği ve yeri tanımlanmaktadır. En sonunda da onun çevresiyle olan ilişkisine göre doğasını belirleme gayreti içinde yapılan uyarılar ve bu uyarıların hareketli ya da durağan olduğunun anlaşılmasıdır.

Görsel algılamanın aşamalarını yakından irdelediğimizde üç aşama ortaya çıkmaktadır. Beyin algılanan herhangi bir nesnenin -gözün ağ tabakası üzerine düşen görüntüsünün- bilgilerini değerlendirirken, ilk önce görüntüyü iki boyutlu olarak kaydeder. Nesneye ait görüntü bilgileri nokta nokta okunur, her noktaya ait ışık bilgisi ağ tabakada sinir uçları tarafından beyine ulaştırılır. Beyin burada kayıt edilen iki boyutlu nesneye mesafeyi de ekleyerek ikinci aşama okumayı gerçekleştirir. Böylece nesne beyinde üç boyutlu hale gelir. En son aşamada ise, beyin bu görüntüyü tanımlar, kültürden edindiği kazanımlarla ona bir kimlik vermeye çabalar. Başka bir deyişle, görüntüyü kimliklendirmektedir. Ağ tabakadaki görüntü süreci, insan beyninin görsel enformasyonu nasıl değerlendirdiği üzerinedir. Bu görüntü sürecini Messaris, aşağıdaki şekilde açıklamaktadır:

“1.Aşama: İlk süreç iki boyutlu algılamadır. Beyin görüntüyü önce eni ve boyu olan bir düzlemde kaydeder,
2.Aşama: Uzaklık ve derinliğin eklemlenme aşamasıyla, üçüncü boyut eklenir ve derinlik algılanır,
3.Aşama: Nesnenin kimliklendirilmesi aşamasıdır, artık nesne tanınır.” (Messaris,1994:52).

James Monaco (1981) da, görsel okuryazarlık üzerinde çalışmalar yapan bir bilim adamıdır. Görsel okuryazarlığı, görsel metinlerin okunması etkinliği olarak ele almakta ve çözümlemeye çalışmaktadır. Görme eyleminde gözler neyi göreceğini kendisi seçer, oysa kulak, işitmesi için uygun hangi ses varsa onu işitir. Monaco’ya göre, görsel algılamada görüntüyü okuma üç aşamada gerçekleşmektedir. Görme eylemini gerçekleştiren gözler ‘sakkadik okuma’ (İng.- saccade) gerçekleştirmektedir. Göz bu okumayı yaklaşık 1/20 saniye süren, yarı refleks göz hareketleriyle bir noktadan diğerine çabuk hareket ettirerek yapmaktadır. Görüntüler ağ tabakada nokta nokta taranmayla okunmaktadır (1981:126). Görsel algılamada üç aşamalı görüntü okuması aşağıdaki gibi gerçekleşmektedir:

1- Fizyolojik okumadır. Göz hangi noktaya dikkatle odaklanıyorsa o noktayı net olarak görmektedir. O nokta dışındaki noktalar bulanıklaşır. Bir süre sonra başka noktaya odaklama yapar. Böylelikle göz baktığı nesneyi nokta nokta taramaktadır,

2- Psikolojik okumadır. Her noktaya ilişkin bilgi göz sinirleri tarafından beyne ulaştırılır. Beyinde o nesnenin kavramı belirir, fiziksel olarak “görüntü” zihinde tanımlanır,

3- Etnolojik okuma. Daha sonra zihin kendisine gelen enformasyonu kültürel ve mitsel olarak kimliklendirmektedir.” (Monaco,1981:125).

‘Gözümle gördüğüme inanırım’ toplumsal yaşamın vazgeçilmez deyişlerinden biridir. Francis Crick bilinç üzerine yazdığı ‘Şaşırtan Varsayım’ (2000) kitabında, insanlar, gördükleri şeyleri gerçekte orada olan değil, beynin orada olduğuna inandığı şey olarak tanımlamaktadır (2000:36). Görme etkin bir süreçtir ve beyin gözlerin sağladığı sınırlı bilgiye ve geçmiş deneyimlerine dayanarak kendince en yetkin yorumu yapmaktadır.

Görsel okuryazarlık etkinliğinin oluşması için öncelikle sağlıklı bir görme eyleminin oluşması ve imgenin ağ tabakaya düşmesi gerekmektedir. İmgenin zihne ulaşması ve orada tanınması ve bilinmesi psikolojik etkinliktir. Buradan bilme etkinliğine (ing. cognition) katkısı olan üçüncü okumanın son aşaması olan kültürel okumaya geçilmektedir. Mesajın alınması ve bilme etkinliğinin oluşması (enformasyonun üretim) sürecinde koku alma, tat alma ve dokunma duyuları görme ve işitme duyuları kadar önemli değildir. Görsel algılamada temelde dış dünyadan enformasyon olarak alınan veriler, zihinsel süreçte kaydedilirken iki faktör önem kazanmaktadır: bireysel gözlem ve bireysel deneyimler (Moriarty,1996:169). Örneğin; gölgenin ne olduğunu anlamak, daha önce gölgeli ve güneşli noktalardan edinilen gözlemlerin yeniden duyumsaması anlamına gelmektedir. Sonbaharın göstergesi olan düşen yapraklar, kumsaldaki ayak izleri, bir gülümseme ya da somurtma gibi pek çok şey gerçekten yaşanmış deneyimler sonucu anlaşılmaktadır.
Görsel algılama süreci içine giren bir birey, öncelikle dış dünyaya bakar ve görme duyusunun yardımıyla algıladığı anlamı farklı etkilere ayırır. Daha sonra bu etkileri tanımlamak ve anlamak için örgütlemeye girişir. Dış dünyadan gelen çevresel uyarılara, kültürel kodlara aşina olduğu ölçüde, bu görsel uyarının biçimini sorgular ve onun yerini, derinliğini tanımlamaya girişir. En sonunda da, birey görsel uyarının çevresiyle, kültürüyle olan ilişkisine göre, doğası ve kimliği hakkında bir fikir sahibi olur. Görsel algılamada açıklanan bu sistemler, hem doğuştan hem de sonradan öğrenilen kültürel uzlaşmalarla dünyayı anlamayı ve kabullenmeyi sağlamaktadır.

Sonuç
Özellikle görseller çağdaş batı toplumlarında toplumsal yaşamın kültürel inşasında merkezi bir rol oynamaktadır. Martin Jay de (1993), çağdaş batı toplumlarında görselliğin açık bir şekilde merkezde bulunduğunu “göz-merkezli/ocularcentrism” terimini kullanarak açıklamaktadır (Akt: Rose, 2001:7). Anlam artık söze gerek duymadan görsel imgeler aracılığıyla taşınmaktadır.

Görsel okuryazarlık kavramı terminolojide çok yeni gözükse de aslında bu kavramın içerdiği olgular oldukça geçmişe, resim sanatının temel tasarım ilkelerine kadar uzanmaktadır. Günümüzde eğitim ve öğretim ortamlarında da kendine yer bulan görsel okuryazarlık, her şeyden önce görsel düşünme, görsel öğrenme ve görsel iletişim süreçlerini de beraberinde getirirken, sayısal ortamların yetkin olarak kullanılabilmesi becerisine de sahip olmayı gerektirir. Görsel okuryazarlık görsel öğrenmeyi çok geniş bir spektrumdan sunmaktadır. Görsel okuryazarlığın çalışma alanı eğitim teorileri, teknolojik gelişmeler ve sanatsal aktivitelerle her geçen gün büyümektedir.

İnsan zihni pasif kameralar gibi kendisine sunulan görüntüleri sadece kaydetmez, zihnine aldığı görüntüleri aktif olarak yorumlamaya başlar ve gördüğünü biçimlendirmeye yarayan anahtar faktörler üzerine odaklanır. Bilindiği gibi, insanlık, tarihinin hiçbir döneminde bu kadar çok görüntü üretmemiş ve bu üretimin hızla katlanarak arttığı da görülmemiştir. Böylesine yoğun bir görüntü bombardımanı altında yaşayan bireylere ve bombardımana katkıda bulunacak olan görsel üreticilere ciddi bir görsel okuryazarlık eğitiminin verilmesi en önemli gelişim olacaktır. Bilindiği gibi, görüntüler çok şey anlatır ve herkes kendi kültürü ve eğitimi doğrultusunda anlayabileceği şekliyle yorumlar. Gerçekliğin algılanmasında diğer tüm duyu organlarının yanında temel olan, gözün gerçekleştirdiği görsel algıdır. Her metin belli bir algılanma amacı ve biçimiyle yani alıcısının anlamasına katkı sağlayacak biçimde ve onu belli bir konuya yönlendirmek amacıyla okura sunulur. Her görsel metin okurun tepkisiyle (algılama, anlamlandırma, çözümleme, duygulanma, beğenme, vb.) bütünleştiği ve anlamlandırılmaya başladığı an yaşamaya başlar.

İmgeler günümüzde orijinallerinden daha ilginç hale gelmiştir. Gölge artık töz olmuştur. İmgeler hayatın gerçeklerinden daha hareketli, daha etkileyici ve daha hayat doludur. Bu süreçte günümüz okuryazar bireyi imgelerin hem yaratım, hem üretim hem de tüketim sürecinde çok daha aktif bir rol üstlenmiş konumdadır.



KAYNAKÇA
Block, Bruce (2001); The Visual Story: Seeing the Structure of Film, TV, and New Media, USA: Focal Press.

Braden, R.A., Hortin J.A. (1982). “Identfying the Theoretical Foundations of Visual Literacy”. Journal of Visual/Verbal Language, 2, s. 37-42.

Brommer, Gerald F. (1997). Discovering Art History. Massachusetts: Davis Publication.

Chauvin, B.A. (2003); Visual Or Media Literacy ?, Journal Of Visual Literacy, Volume 23, Number 2, Autumn 2003, Pp. 119–129.

Crick, Francis (2000); Şaşırtan Varsayım - İnsan Varlığının Temel Sorularına Yanıt Arayışı, Çev: Sabit Say, Bilimsel Danışman: Prof. Dr. Pekcan Ungan, 8. Basım, Ankara: TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları No: 43.

Çellek, Tülay; “Görsel Tasarım Ögeleri - Nokta”, Http://www.fotografya.gen.tr/ İssue-10/Temel_Tasarim.Html , 15.12.2002.

Dyer, Gillian (1982). Advertising As Communication. London & New York: Routledge.

Genç, Adem–Sipahioğlu, Ahmet (1990); Görsel Algılama: “Sanatta Yaratıcı Süreç”, İzmir: Sergi Kitabevi.

Gombrich, E. H. (1976). Sanatın Öyküsü. 12. Baskı, Çeviren: Bedrettin Cömert, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Horn, George F. (1967); Art, Massachusetts: Davis Publication.

Horn, George F. (1975); Principles of Design: Balance and Unity, Massachusetts: Davis Publication.

International Visual Literacy Association – IVLA. “What is Visual Literacy?”. http://www.ivla.org, 10/01/2006.

Kılıç, Levend (2000); Görüntü Estetiği, İstanbul: İnkılap Yayınları.

Leppert, Richard (2002). Sanatta Anlamın Görüntüsü İmgelerin Toplumsal İşlevi. Çeviren: İsmail Türkmen, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Lester, Paul Martin (2000). Visual Communication: Images with Messages. 2nd Ed., Wadsworth.

Messaris, Paul (1994). Visual Literacy: Image, Mind and Reality. Oxford: Westview Press.

Messaris, Paul (June 1994); Visual Literacy vs. Visual Manipulation, Critical Studies In Mass Communication 11, Number 2, Pp. 180-203.

Metallinos, Nikos (1996); Television Aesthetics: Perceptual Cognitive and Compositional Bases, NJ: Lawrence Erlbaum Associates Publ.

Monaco, James (1981). How To Read A Film: The Art, Technology, History and Theory of Film and Media. Revised Edition, New York: Oxford University Press.

Moriarty, Sandra (May 1996). “Abduction and A Theory of Visual Interpretation”. Communication Theory 6:2, S. 167-187.

Özgüler, Verda Canbey, “Yeni Ekonomide Bilişim İletişim Teknolojileri (Bit) Ve Bilgi İşçileri”, www.isgucdergi.org/index.php?arc=arc_view.php&ex=224&inc=arc&cilt=8&sayi=2&year=2006
Pennings, Anthony (2002). “What is Visual Literacy?”. http://www.marist.edu/ pennings/viswhatis.htm, 10/01/2004.

Pettersson, Rune (1988); Visuals for Information, Sweden: Esselte Forlag.

Ragands, Rosalind (1988); Art Talk, California: Glencape Publishing Company.

Rose, Gillian (2001). Visual Methodologies. London: Sage Publication.

Südor, Gülseren (2000); Aynanın Gerçeği Resim Eğitimi Ve Sanatla Karşılaşma, İstanbul Cumhuriyet Kitap Kulübü.

Trumbo, Jean (June 1999); Visual Literacy and Science Communication, Science Communication, Sage Publication, Vol. 20, No. 4, S. 409–425

Zamanı Ve Anı Yaşayabilmenin Değeri Hiç Birşey İçin Geç Değildir !


DÜNÜN VE YARININ ENDİŞELERİNDEN KURTULUP İÇİNDE BULUNDUĞUNUZ ANI YAŞAYIN, HAYATTAN ZEVK ALIN...

Hayatınızda böyle biri var mı?

Sizi sizin kadar tanıyan biri; sizi düşünen, düşünmeyi öğrenmiş, sakin, uslu, efendi, oturmayı kalkmayı bilen, sevmeden edemediğiniz biri. Size sizi anlatmayı seven, sizi başkalarına anlatmayı her şeyden çok seven, sizin için çok şey yapmaya hazır biri.
Bazen biraz fazla konuştuğundan yakındığınız ama ne söylediğini bildiğinden hep emin olduğunuz, sizi tanıdığı kadar kendini ve hayatı da tanıyan biri.
Bazen düşüncesine şiddetle ihtiyaç duyduğunuz biri.
Sabahın üçünde ayıp olur mu diye endişelenmeden arayabildiğiniz ve üçüne beşine bakmadan size duymanız gerekenleri söyleyen, gecenin o karanlığında kalkıp ışığı yakan, masanın başına geçen biri.
Kaleminiz-kağıdınız, aynanız, saatiniz, kravatınız olan, bazen gölgeniz olan biri.
Ve bazen vicdanınız, eh bazen de uykusuz bıraktığınız için, vicdan azabınız olan biri…

Hayatınızda böyle biri var mı?

Varsa kıymetini bilin.

Haftanın kaç günü kafanıza bir şey takmıyor ve aaafinizce yaşıyorsunuz?
Hiç diyenler, kaybetti.
İki gün diyenler, yaklaştı.
Cumartesi ve Pazar diyenler, bilemedi.

Gerçekten böyle iki gün var!
Bir tanesinin adı, dün.
Hatalar, acılar, yanlış anlamalar.
Oysa onlar geçti, gitti, geçmişte kaldı. Zamanı geriye döndürmeye imkan yok. Dünyanın bütün parasını yan yana getirin, bir dakika önceye dönemezsiniz. Yaptığınız hiçbir hareketi aynen geri alamazsınız. Ettiğiniz hiçbir lafı silemezsiniz. Çünkü dün dündü bitti...

Kafanıza takmayacağınız ikinci günün adı, yarın!
Yarını bugünden kontrol altına alamazsınız.
Yarın güneş doğacak elbette. Ama pırıl pırıl mı doğar, bulutların arasından mı çıkar, bugünden bilemezsiniz...

Geriye tek bir gün kalıyor: Bugün!


Bir gün hayatla mücadele edecek güç, hepimizde var. Güç ne zaman tükeniyor? Dünü ve yarını işin içine kattığınızda.

Günü yaşayın!

Foreshadowing

Önceden geleceğe gönderme yapmak

17 Temmuz 2008 Perşembe

Gün Doğarken



GÜN DOĞARKEN


Ezan sesiyle ayaklandım. Kedi mırıldanması ve kuşların hareketlenmesi bazılarımızı ayaklandırır. Yavaş yavaş havanın aydınlanmasıyla biraz da cama doğru yöneliriz. İş için ayaklanmış telaşlı ve daha yorgun vaziyette yürüyen vatandaşları az az görmeye başlarız, bisikletiyle havanın temizliğini çıkartan gazete dağıtan vatandaşlarımız yorgun gözleriyle işlerini yapmaya çalışırlar ve bitirip hemen evlerine gidip kestirmeyi de akıllarından da çıkartamazlar. Gürültü hava kirliliğini yaratan arabalarımızı da unutmamak gerek, trafik sıkışıklılığına yakalanmamak için gün doğar iken hızlıca sokaklarımızdan geçiveririz ah birde trafiğe yakalandık mı o güzelim uykumuzu bırakıp sabahın köründe çek bir de zulüm mü, yavaşçana bizi çileden çıkarmaya başlar. Kendi kendimize söyleniriz bir de arabamız olmadı mı? Ayağımı yerden kesen bir arabam olsun da, elim ayağım olsun da, işe geç kalmam da gibi söylenip dururuz kendimizce, araban var ama sabahın köründe trafikte var.

Yeni bir gün doğumunda az az görmeye başladığımız vatandaşlarımız ilerleyen sabah haber saatlerinde sokaklarımız da çoğalmaya başlarlar. Neskafesini koyup iş yerinde bir radyoda ya da çayını yudumlayıp iş saatinin daha erken olup ta evinde televizyon karşısın da haberleri izleyenlerimiz. Telaşlı halde okul formalarını üzerlerine geçirmiş öğrenci genç nesillerimiz, çoğunluğu kapıda hangi nöbetçi öğretmen var sorusuyla korkuyla ilerler sokağın kaldırımlarını adımlarla, birinin ya saçı açıktır, biri ya farklı ayakkabı giymiştir, biri ya makyaj yapmıştır. Okulun kurallarını çiğneyelim çiğnemesine de önce o kuralların neden konduğunu düşünelim.

Ziller çalar öğrenciler sınıfa ve dükkânlar çoktan açılmaya başlamış. İş yerlerinin gerekli ön temizliğinin yapımı, evraklar, dünkü satılan mallar, eksik mallar ve önemli telefon konuşmaları çoktan başlamış yeni bir günde ekonomilerini arttırmaya, bazılarımız da yeni bir iş aramaya başlar.

Bunları her gün doğduğun da yaşarız. Görürüz ve alışık olmamıza rağmen sıkılırız. Maraton bir hayat olduğunu düşünerek aksilik oldu mu iyice kendimize de çoğunlukla zarar veririz. Yeni şeyler yaratmak aklımızdan bile geçmez. Kendimiz programlanmış bir robot gibi aynı gördüklerimizi, duyduklarımızı kısacası yaşadıklarımızı her gün doğduğun da tekrarlarız. Sağlığımız ne durumda sorusu aklımıza da gelmez. Sağlımızı da hayattan zevk almamızı da yalnızca kendi kendimiz sağlayabiliriz.

Gün doğmaya başlarken uyumamıza rağmen kendimizi yorgun vaziyette hissederiz. Ilık bir duş yapmak bu yorgunluğumuzu azaltacak. Cama bakıp insanları seyretmek yerine hareketli dinlemeye vakit bulamadığımız bir şarkı açmak kadar enerji pozitifi yakalamak da sizin elinizde, sabah kahvaltısı yapmak herkesin görevi fakat vakti olmayanlarımız bir yumurta kaynatıp o günkü vitaminini az da olsa sağlamış olur. Haberleri dinlerken neskafe tüketip çay tüketip sağlımıza zarar vermeyi hiç istemezsiniz. Bu yüzden bitki çayları en önemlisi yeşil çay tüketmek daha keyif verici olmalı. Uykusuz kalmak isteyenler neskafe değil, taze sıkılmış portakal suyu denemeleri daha sağlıklı olacağını siz zaten biliyorsunuz. Bildiğiniz yararlı sağlığınız için her gün doğduğun da yeni şeyler tadarak hoşunuza giden beş on dakika faydalı sporlarınızı yaparak geçirin.

Telaşla trafiğe yakalanmamak için canınızdan olacak şekilde kullanmayın. En önemlisi birinin de canını alıp, hayatınızı karartmayın. Trafiğe yakalandınız olumsuz cümleler kurarak ta gününüzü berbat ederek olumsuzluk yaratır ve enerjinizi göz göre göre kaybedersiniz. Bütün gün suratınız asık halde etrafınıza olumsuz ışıklar saçarsınız. Ne olursa olsun o güzel gülücüğünüzü yüzünüzden eksik etmeyin etrafınıza olum düşünceler her şeyi daha mükemmel yapacağına inanmanız her şeyin mükemmelliğini yakaladınız demektir. Her şey sizin elinizde…

Yazan: Burcu Nermin Özhan


ANNEME:


Annem bana hayatını verdi. Her insanın yaşayabileceği, üstesinden kalkamayacağı sürekli kendi kendini yiyen bazen tam anlamıyla çocuğuyla ilgilenemeyeceği zaman da oldu ama her ne olursa olsun sonuçta hayatını harcadı. En büyük yapılması gereken en büyük hazinesini sundu beni hiç atmadı, her zorluğu etiyle dişiyle uğraşarak yaban ellere bırakmadı. Bana güçlü olmayı, kötülerin nasıl olduğunu öğretti ve korkmamayı…

‘‘ Ben olmazsam, ölürsem ne yapacaksın? ’’ diyerek, hayatım boyunca kendim kalkmayı öğrendim. Hırslı olmayı istediğimin en iyisine mücadele etmemi tek başına küçük yaşta öğretti annem bana… O annelerin vazgeçilmezi ondan öğreneceğim daha o kadar, çok şey varken ve öğrendiklerim yazmakla bitiremem.

Yazan: Burcu Nermin Özhan


O MİNİK KIZIN BÜYÜDÜ ARTIK BABA


Gözlerim yaşarıyor her çocuk parkın önünden geçtiğimde, minik kızların ellerinden tutan babalar görmeye dayanamıyorum, ciğerim parçalanıyor. Bunları nasıl kaldıracağımı bilemiyorum. Hatırlayamadığım ya da güçlük çektiğim bir bebekliğimin dönemi, dört yaşında yüzleştiğim toprakla, dört yaşından sonraki yaşantımı bilmem ondan öncesini unutmamamı sağlayan neyin olduğunu bilmiyorum. Ama yıllar sonra bilmemi ve kem küm hatırlamamı sağladım. Ben şimdi biliyorum. Zaman, sevgi ve cömert olmayı. Çünkü kim olduğumu, nereden geldiğimi ve nasıl yerde olduğumu biliyorum. Bir adamın sıcak elleriyle minik ellerimi tuttuğunu, önemli olan nasıl duygularla tuttuğunu anlıyorum. Onu kaybetmenin, ondan uzaklaşmanın, o sıcak adamın ellerini hissetmemenin acısını, yüreğimin kanışını biliyorum. Bu yükü nasıl kaldıracağımı bilemiyorum. Olmasaydı sonumuz böyle, olmasaydı tanışmamız böyle… Bitmeseydi ellerimi tuşun bitmeseydi…

O sıcak elleriyle, minik ellerimi tutan, saçımı okşayan, yanağıma hatırlayamadığım kondurduğu öpücükler, bana kızım hassın diyişini duyduğum bebekken söyleyen, kucağına alıp sarılan ama güçlükle hatırladığım o adam var ya O BENİM BABAM! Hatırlayamıyorum beni AFFET BABA. Dediğim sadece kara toprak oldu, yıllar sonra 15 sene sonra sadece bu kelimeyi söyleyebildim. Hayatımın rengârenk balonların arasında kocaman içi dolu, ayırt edemediğim kapkara siyah balonda varmış. Şimdi öyle mi ayırt ettiğim ve birçok şeyi anladığım siyah balon, her insan gibi bende öleceğimi ve benim arkamda hatırlayanım olacak mı? Bilmiyorum. Ama bende öleceğim. Zamanı geldiğinde…

Yazan: Burcu Nermin Özhan

İlkler Ölmez

İLKLER ÖLMEZ

İlkokula başladığımız ilk günlerimiz, ilk eğitimimiz, ilk öğretmen deyişimiz kitaplarla tanıştığımız ilklerimiz. Etrafımızdaki kalabalık içinden nereden bile biliriz doktor, polis ve bizlere faydaları dokunacak mesleklere sahip olacakları. Daha ilk gün, sudan çıkmış balık gibi hissederiz kendimizi. Sadece evden çıkmışsındır ama hala tüm gün annenin yanında olmak istediğinden, ailenden yıllarca ayrı kalmana sebep olacak bir gurbet yolculuğuna çıkmış hissine kapılırsın. Bir de üstüne annen elini bırakıp seni doya doya öpmeye başladığı an, iyice içine tuhaf hisler inmeye başlar. Ya şu sözler ‘‘ o benim bebeğim kocaman olmuşta okula da gidermiş, adam da olurmuş’’ dediklerinde kafanda karışmaya başlar. En azından benim öyle olmuştu. Sonrada göz pınarlarına yavaştan damlalar ilişiverir, etrafını incelemeye başladığında ağlayan, anne bırakma beni, ben büyümedim daha, ben gitmek istemiyorum, burada oyun oynasam bana kızarlar mı? Gibi sözler kulaklarınıza eriştikçe daha da kendimizi tuhaf hissederiz hem merak ederiz karşımızda duran binanın içinde ne olduğunu nasıl olduğunu hem de korku sırnaşır o ufacık yüreğimize, annenin senin elini tutmayı bırakıp da, okul kapısından çıkmak üzere attığı, seni kendinden uzaklaştıran her adımında… Annen artık gözden kaybolduğunda ya hüngür hüngür ağlamaya başlarsın ya da ürkek gözlerle etrafını incelmeye. Öğretmene teyze dersin, giydiğin üniformaya anlam veremezsin, teneffüsün ne demek olduğunu bilemezsin, kendini karmaşık duygular içinde hissettiğin ilk eğitim günüdür ilkokula başladığın ilk gün…

Şu an şu yazıları okuma kabiliyetimizi o yıllarımıza borçluyuz. Ve daha birçok kazandığımız temelin esasını da, her bir gün yarınlar için büyük hazine saklayabiliriz. Zamanı kullanmak da bizim elimizde…

Lisenin ilk günü, ilkokuldaki kadar acemilik yaşamazsın elbette. Gel gör ki lisedeki ilk günün bilgisizlikten kaynaklanmayan fakat oldukça gülünç acemilik anılarının arasına yerleşir. İlk yanına gelip seninle tanışanlarla ilelebet iyi arkadaş olacağını düşünmen, kantinde yemek sıranı kapmaya çalışan üst sınıftan öğrencilere tırsık yüz ifadesiyle seve seve yerini vermen, hocaların dersi nasıl işleyeceğiyle ilgili çektikleri nutukları aynen uygulayacağını sanman, arkadaşların hakkında çok tatlı ya da çok gıcık insan şeklindeki ön yargılara kapılman gibi…

Ben ne çabuk büyüdüm. Her biri gözlerimin ucunda film gibi geçiyor. Daha dün gibi liseye başladığım yıllarımı hatırlıyorum. Her biri yeni heyecan uyandıran, yeni umutlar oluşturan lise yıllarım bir eğlenceli bir hüznü tattıran lise yıllarım. Ya arkadaşlarım, daha ilk sıra arkadaşım aklımda ne kadar çok derslerde gırgır geçtiğim o yıllarım şimdi kayboldu. Bir daha geri dönemem dediğim o yıllar ne çabuk geçti ne kadar hızlı ellerimden aktı. Bir de lise aşkım hiç ama hiç unutmadım. Ne güzeldi o günlerim. Ne kadar unutulmaz kılındı. Yüreğim daha dünkü gibi hatırladıkça kuş çırpınışı kadar hareketli ve dolu heyecanlar oluşuyor ama hatırladığımda. Sözlerimizi geri alamıyoruz ki yıllarımızı nasıl alabiliriz yeniden?

İlkler gerçekten unutulmaz olanlardır. Okul hayatında yaşadığın ilkler de bu unutulmazların başında yer alır. İlkokul aşkını ömür boyu aklından çıkaramazsın. İnsan hayatında kaç kez aşık olabilir ki, sizi bilmem ama ben hayatımda iki kez âşık oldum. Çocukluğunu kimse unutmaz… Çünkü mezara kadar içindeki çocukla yaşarsın, hiçbir insan geçmişinden kaçamaz. İlk düşük notunun kaç olduğuna, ne zaman sorulsa hatırlayıp cevap verebilirsin. Hocanın sana ilk kızışını, onun kim olduğunu bile hatırlarsın. İlk arkadaş kavgan, ilk hayal kırıklığın, ilk çılgınlığın yaşamındaki en önemli tecrübelerin olur. Okulun ilk günleri de ömrün boyunca yüzüne tatlı bir tebessüm kondurur.
Yazan: Burcu Nermin Ozhan

Bir Daha Geri Dönemem


BİR DAHA GERİ DÖNEMEM

Hayatımızda yapmak istediklerimiz vardır… Birçoğunu gerçekleştiririz, gerçekleştirdiklerimiz olduğunda vardığımız mutluluk hazzı bizi farklı boyutlara taşır bunu anlamaya ya da anlatmaya sözcükler bulamayız ve zaman geçtiğin de bu hazzı yitirmeye başlarız. Peki, gerçekleştirdiklerimiz olduğunda bir yanda da kaybettiklerimiz bizi hiç düşündürür mü? Zaman akıp geçerken şu anın, geçmişin, geleceğin her birinin farkında mıyız? Yoksa günübirlik kahkalarıyla vakit mi öldürüyoruz? Ben geleceğe dair birçoğunu gerçekleştirirken, geçmişimin parçalarını eğilip toplarken, şuanın içinde giden kayıplarımda mı oluyor? Ve ben bunları çok düşünüyorum! Olması gerektiği gibi mi oldu ya da o an yapmam gerekeni mi yaptım? Sorusunu kendime çok soruyorum. Pişman olmak, keşke sözcüğünü sıralamak bana göre değildi; çünkü hayattan en iyisini istiyordum iyiliğin en güzelini, doğanın mucizesini, insanlığın muhteşemliğini dünyam için daha mutlu gelecek için şuan için ve geçmiş için en iyisini istiyorum…

Hayatın en önemli sırrı zamandır. Zaman benim için çok önemli, her şeyin bir zamanı ve zamanında gerçekleşmesi için de sabır ve azmin olduğudur. Yaşadığımız dünyadaki acı gerçeklerden UTANIYORUM! Zamansızca dünyaya getirilen çocukların geleceğini kararttıklarından, onlara acı yaşatan anne ve babadan veya anne ve baba sevgisinden yoksun çocuklar yaşadığından çok utanıyorum. Böyle muhteşem hayattan umutsuzluğa kapılıp intihara kalkışıp son veren insanlarımız olduğundan ve bunlara asla dur diyen olamadığından, sevgi gösteremeyen ailelerin aciz olması beni boğuyor. Ve sanırım eğitimsiz aile kuruldukça doğu insanlarının töreleri devam ettikçe insan kaderiyle çok oynanacak. Gözlerimizi yummaya devam edeceğiz bu karanlık yaşananlara, asla konuşamayacağız. Hiç kimse de dur diyemeyecek kadar vicdansız çıkacak.

Bu hayatta, bugünün kıymeti bile çok vahim çok nükte dar bazılarımız günübirlik anlarla o bazılarımız geleceğin temelini oluşturmadan bugün yaşayıp yarın olamayacakmış düşünen acizlerdir. Ve geçmişlerinden bir parça bile taşımayanlardır. Onların algıları anlıktır sürekli kendilerinden kaçarak kimliklerini saklarlar ve kendilerini kandırırlar ve bir zaman sonra anlarlar yaptıklarının anlık olduklarını kavrasalar da yol çoktan yarılanmış olur. Zamanı geriye alamayacaklarından, geri kalan ömürlerini de vicdan azabı çekerek yaşarlar.

Elinde varlıklarının bolluğu içinde yaşayıp mutsuz olan insanları da anlayamayız. Rahat olduklarını düşünsek de, EH! Bazılarımıza rahatlık batar. Ve kendimize bolluğun huzurun içinde işkenceli yollar ararız huzursuzluk yaşamak için elimizden geleni yaparız düşünmeden huzursuzluğu özleriz. Bu da paramızla rezil olmak gibi bir şeydir ya da o kadar yıl okumak için çırpınırız bir yerlerde bulunmak için bulunduğumuz yer istediğimiz olsun ya da olmasın daha fazlasını istermişçesine doymamış kurtlar gibi çırpınır hatta edindiğimiz mesleği kötüye kullanarak bir an da uçurum kenarında olduğumuzu fark ederiz. Gerçekleştirmek istediğimizi gerçekleştir sekte vardığımız hazdan tatmin alamıyoruz ve alamadığımız zamansa o anda kaybediyoruz hayata dair her şeyimizi keşke sözcükleriyle sıralıyoruz…

Bunların hepsi her insanın hayatın darbesinde yaşayacağı derin gözlem hislerini kapsar. Ve aynı duyguları işler, her bir gün yaşayarak geç olduğunu kavrasalar da hiçbir şey değişmez, değiştiğini anlasak ta. Hepimizin yaşamı aynı değildir. İnsan gücünün büyüklüğünü anlayan bazılarımız değişiklikleri gözle görülür hale getirirler. Bazılarımız şuanı, geçmişi, geleceğini değiştirecek gücü kendilerinde bulabilirler ve istediklerini her an yapabilir, mutluluğu kavrarlar; çünkü onlar kendilerine güvenen güçlü nitelikli insanlardır. Öyle her şeyi yargılamazlar, ellerindeki mutluluğun değerinin inceliğini bilirler. Her sabah gözlerini açtıklarında o muhteşem gün ışığını görebildiklerine şükretmesini dile getirebilenler vardır ve ben de onlardanım. İşte yaşamın özünü bilmekte şükretmekten gelir.

Mutsuzluk kavramını bizler oluşturuyoruz. Üzülen bizlerizdir. Mutsuz olmamız gerektiren duruma mutsuzluk diyerek mutsuzluğu ortaya koyarız ve böylece kurtulamayız. Mutsuzluğu ortadan kaldırmak için yeni şeyler kavrayabilmek, mutsuzluğa yol açanın neler olduğunu düşünmek aklımızın ucuna bile gelemez ve bunları bazılarımız ‘‘BEN MUTSUZUM’’ kavramını sorgulama özürlüsüymüşüz gibi devamlı dile getiririz. ‘‘Parasız mutluluk olmaz ki’’ cümlesi günümüzde bazı beyin özürlüleri sayesin de popüler oldu. Bir yaşlı kadına yardım etmek, bir öğrenciye bilmediği konular hakkın da bilgi vermek kadar güzel bir mutluluk yoktur. Televizyonun karşısın da vakit öldürmeyi bırak ailene yardım et bazı işlerde o da yoksa kalk yerinden bilmediğin konular üzerine kütüphaneye gidip kendini bilgilendirerek mutluluğu kavra. Minibüse vereceğin parayı cebine koy yürüyerek gideceğin yere ne kadar kalori verdiğini düşün ve mutluluğu hisset bedeninde. Farz edelim ki; gideceğin yer uzak minibüsteki o güzelim koltuğuna yerleştin ve o da ne bir yaşlı kadın ya da erkek, o da değil sanırım kucağında bebek taşıyan bayan ya da hamile bir bayan hayal gücün seninle bu günümüzde sık sık karşılaştığımız durum ve oturacak yerde kalmamışken sen oturuyorsan hala yerinde mutsuzluk kapısını açtın demektir. Ve mutsuz olmaya da devam edebilirsin. Çünkü unutma ki bir gün sende yaşlanacaksın ve sana da yer veremeyen olabilir. O yüzden hemen yerinden kalk yerini ver. Mutluluğun hem o anını kavra hem de geleceğin mutluluk kapısını arala. Seçim sana kalmış ‘‘ben mutsuzum, param yok nasıl mutlu olabilirim’’ cümlesini özürlüler gibi kullanmaya devam et, hayatın boyunca da öyle sorgusuz kal. Bu büyük bir kandırmaca olacağından, kendimizi bile bile mutsuzluğa sürüklemeyelim. Yeni bir şeyler için çırpınalım elbet kapımızı mutluluk çalacak yeter ki isteyelim.

İnsanlar yaşlanıp ölüyor. Etrafımızda sevdiğimiz her insan yaşlanıyor, sevgiye muhtaç ve ölüm korkusuyla yaşıyorlar. Bunları bizler de yaşıyoruz ya da yaşayacağız her insanoğlu gibi bizlerde bir gün yaşlanıp ölüm korkusuyla yaşayacağız, sevgi dolu kucaklar bulamadığımızda etrafımızdakilere böbürlenip onlara şans vermeyip oraya buraya sürekli kızacağız ve sonra tansiyon derdimiz başlayacak. Bunlara fırsat vermeden yakın yaşlılarımızla sürekli ilgilenip onlara sevgi dolu kucaklar dağıtmalıyız. Gülerek bazen ağlayarak onlara destek olmalıyız. Onların geçmiş yıllarını dinleyerek, hayattan alacağımız dersleri iyice kavramalıyız. Unutmayalım ki onların anlatacakları her bir şey hayatın bir ipucunu sunar. Bu da bizim için çok değerli bir hediyedir. Kim bilir onların yaptığı hataları yapmamış olur, yapmak istedikleri güzel şeyleri de bizler gerçekleştirerek, onların huzurlu olmalarını sağlarız. Bunları yaparken de kendi ayaklarımızın üstüne daha sağlam basmayı öğreniriz. Sevgili anneannemin dediği gibi ‘‘kendi ayaklarının üstünde azimle durmayı bilmelisin’’ ve şimdi anlıyorum. Kendi ayaklarımın üstünde durmanın faydalarını ve onun bu sözleri neden söylediğini, anneannemin toprağı bol, yattığı yer huzurlu olsun. Sizlerle birlikte andığım için, bu yazıları dökebilme gücü olduğundan şükrediyorum. Bir kez daha yaşamayı gözler önüne sererek, yaşamı sevdiğim için şükrediyorum.

Bunların her biri yaşamın özü her biri bizi hüzünlendiren, mutluluğa götüren yollar. Mutluluk kapısını çok ararız ama mutluluk gözünüzün ucunda fark edemediğiniz kadar size yakın, bir gün çocukluğunuzu, gençliğinizi kaybedip yaşlanacaksınız. Ve çok şey kaybettiğinizin farkına varabilirsiniz o zaman ‘‘hayat serüvenim demek ki bu kadar’’ diyebileceksiniz. Bir daha geri dönemeyiz. Kaybettiğimiz yıllar bir daha gelemez. Yavaş yavaş ellerimizden akıyor şu an, şimdi tam zamanı dediklerinizi iyi değerlendirin. Gittiklerinde asla geri gelmez. Nefes aldığımız her bir gün bizim için bayram. Ümitlerle yarına sarılmanız dileğimle…

Yazan: Burcu Nermin Ozhan