Katkıda bulunanlar

17 Temmuz 2008 Perşembe

Gün Doğarken



GÜN DOĞARKEN


Ezan sesiyle ayaklandım. Kedi mırıldanması ve kuşların hareketlenmesi bazılarımızı ayaklandırır. Yavaş yavaş havanın aydınlanmasıyla biraz da cama doğru yöneliriz. İş için ayaklanmış telaşlı ve daha yorgun vaziyette yürüyen vatandaşları az az görmeye başlarız, bisikletiyle havanın temizliğini çıkartan gazete dağıtan vatandaşlarımız yorgun gözleriyle işlerini yapmaya çalışırlar ve bitirip hemen evlerine gidip kestirmeyi de akıllarından da çıkartamazlar. Gürültü hava kirliliğini yaratan arabalarımızı da unutmamak gerek, trafik sıkışıklılığına yakalanmamak için gün doğar iken hızlıca sokaklarımızdan geçiveririz ah birde trafiğe yakalandık mı o güzelim uykumuzu bırakıp sabahın köründe çek bir de zulüm mü, yavaşçana bizi çileden çıkarmaya başlar. Kendi kendimize söyleniriz bir de arabamız olmadı mı? Ayağımı yerden kesen bir arabam olsun da, elim ayağım olsun da, işe geç kalmam da gibi söylenip dururuz kendimizce, araban var ama sabahın köründe trafikte var.

Yeni bir gün doğumunda az az görmeye başladığımız vatandaşlarımız ilerleyen sabah haber saatlerinde sokaklarımız da çoğalmaya başlarlar. Neskafesini koyup iş yerinde bir radyoda ya da çayını yudumlayıp iş saatinin daha erken olup ta evinde televizyon karşısın da haberleri izleyenlerimiz. Telaşlı halde okul formalarını üzerlerine geçirmiş öğrenci genç nesillerimiz, çoğunluğu kapıda hangi nöbetçi öğretmen var sorusuyla korkuyla ilerler sokağın kaldırımlarını adımlarla, birinin ya saçı açıktır, biri ya farklı ayakkabı giymiştir, biri ya makyaj yapmıştır. Okulun kurallarını çiğneyelim çiğnemesine de önce o kuralların neden konduğunu düşünelim.

Ziller çalar öğrenciler sınıfa ve dükkânlar çoktan açılmaya başlamış. İş yerlerinin gerekli ön temizliğinin yapımı, evraklar, dünkü satılan mallar, eksik mallar ve önemli telefon konuşmaları çoktan başlamış yeni bir günde ekonomilerini arttırmaya, bazılarımız da yeni bir iş aramaya başlar.

Bunları her gün doğduğun da yaşarız. Görürüz ve alışık olmamıza rağmen sıkılırız. Maraton bir hayat olduğunu düşünerek aksilik oldu mu iyice kendimize de çoğunlukla zarar veririz. Yeni şeyler yaratmak aklımızdan bile geçmez. Kendimiz programlanmış bir robot gibi aynı gördüklerimizi, duyduklarımızı kısacası yaşadıklarımızı her gün doğduğun da tekrarlarız. Sağlığımız ne durumda sorusu aklımıza da gelmez. Sağlımızı da hayattan zevk almamızı da yalnızca kendi kendimiz sağlayabiliriz.

Gün doğmaya başlarken uyumamıza rağmen kendimizi yorgun vaziyette hissederiz. Ilık bir duş yapmak bu yorgunluğumuzu azaltacak. Cama bakıp insanları seyretmek yerine hareketli dinlemeye vakit bulamadığımız bir şarkı açmak kadar enerji pozitifi yakalamak da sizin elinizde, sabah kahvaltısı yapmak herkesin görevi fakat vakti olmayanlarımız bir yumurta kaynatıp o günkü vitaminini az da olsa sağlamış olur. Haberleri dinlerken neskafe tüketip çay tüketip sağlımıza zarar vermeyi hiç istemezsiniz. Bu yüzden bitki çayları en önemlisi yeşil çay tüketmek daha keyif verici olmalı. Uykusuz kalmak isteyenler neskafe değil, taze sıkılmış portakal suyu denemeleri daha sağlıklı olacağını siz zaten biliyorsunuz. Bildiğiniz yararlı sağlığınız için her gün doğduğun da yeni şeyler tadarak hoşunuza giden beş on dakika faydalı sporlarınızı yaparak geçirin.

Telaşla trafiğe yakalanmamak için canınızdan olacak şekilde kullanmayın. En önemlisi birinin de canını alıp, hayatınızı karartmayın. Trafiğe yakalandınız olumsuz cümleler kurarak ta gününüzü berbat ederek olumsuzluk yaratır ve enerjinizi göz göre göre kaybedersiniz. Bütün gün suratınız asık halde etrafınıza olumsuz ışıklar saçarsınız. Ne olursa olsun o güzel gülücüğünüzü yüzünüzden eksik etmeyin etrafınıza olum düşünceler her şeyi daha mükemmel yapacağına inanmanız her şeyin mükemmelliğini yakaladınız demektir. Her şey sizin elinizde…

Yazan: Burcu Nermin Özhan


ANNEME:


Annem bana hayatını verdi. Her insanın yaşayabileceği, üstesinden kalkamayacağı sürekli kendi kendini yiyen bazen tam anlamıyla çocuğuyla ilgilenemeyeceği zaman da oldu ama her ne olursa olsun sonuçta hayatını harcadı. En büyük yapılması gereken en büyük hazinesini sundu beni hiç atmadı, her zorluğu etiyle dişiyle uğraşarak yaban ellere bırakmadı. Bana güçlü olmayı, kötülerin nasıl olduğunu öğretti ve korkmamayı…

‘‘ Ben olmazsam, ölürsem ne yapacaksın? ’’ diyerek, hayatım boyunca kendim kalkmayı öğrendim. Hırslı olmayı istediğimin en iyisine mücadele etmemi tek başına küçük yaşta öğretti annem bana… O annelerin vazgeçilmezi ondan öğreneceğim daha o kadar, çok şey varken ve öğrendiklerim yazmakla bitiremem.

Yazan: Burcu Nermin Özhan


O MİNİK KIZIN BÜYÜDÜ ARTIK BABA


Gözlerim yaşarıyor her çocuk parkın önünden geçtiğimde, minik kızların ellerinden tutan babalar görmeye dayanamıyorum, ciğerim parçalanıyor. Bunları nasıl kaldıracağımı bilemiyorum. Hatırlayamadığım ya da güçlük çektiğim bir bebekliğimin dönemi, dört yaşında yüzleştiğim toprakla, dört yaşından sonraki yaşantımı bilmem ondan öncesini unutmamamı sağlayan neyin olduğunu bilmiyorum. Ama yıllar sonra bilmemi ve kem küm hatırlamamı sağladım. Ben şimdi biliyorum. Zaman, sevgi ve cömert olmayı. Çünkü kim olduğumu, nereden geldiğimi ve nasıl yerde olduğumu biliyorum. Bir adamın sıcak elleriyle minik ellerimi tuttuğunu, önemli olan nasıl duygularla tuttuğunu anlıyorum. Onu kaybetmenin, ondan uzaklaşmanın, o sıcak adamın ellerini hissetmemenin acısını, yüreğimin kanışını biliyorum. Bu yükü nasıl kaldıracağımı bilemiyorum. Olmasaydı sonumuz böyle, olmasaydı tanışmamız böyle… Bitmeseydi ellerimi tuşun bitmeseydi…

O sıcak elleriyle, minik ellerimi tutan, saçımı okşayan, yanağıma hatırlayamadığım kondurduğu öpücükler, bana kızım hassın diyişini duyduğum bebekken söyleyen, kucağına alıp sarılan ama güçlükle hatırladığım o adam var ya O BENİM BABAM! Hatırlayamıyorum beni AFFET BABA. Dediğim sadece kara toprak oldu, yıllar sonra 15 sene sonra sadece bu kelimeyi söyleyebildim. Hayatımın rengârenk balonların arasında kocaman içi dolu, ayırt edemediğim kapkara siyah balonda varmış. Şimdi öyle mi ayırt ettiğim ve birçok şeyi anladığım siyah balon, her insan gibi bende öleceğimi ve benim arkamda hatırlayanım olacak mı? Bilmiyorum. Ama bende öleceğim. Zamanı geldiğinde…

Yazan: Burcu Nermin Özhan

İlkler Ölmez

İLKLER ÖLMEZ

İlkokula başladığımız ilk günlerimiz, ilk eğitimimiz, ilk öğretmen deyişimiz kitaplarla tanıştığımız ilklerimiz. Etrafımızdaki kalabalık içinden nereden bile biliriz doktor, polis ve bizlere faydaları dokunacak mesleklere sahip olacakları. Daha ilk gün, sudan çıkmış balık gibi hissederiz kendimizi. Sadece evden çıkmışsındır ama hala tüm gün annenin yanında olmak istediğinden, ailenden yıllarca ayrı kalmana sebep olacak bir gurbet yolculuğuna çıkmış hissine kapılırsın. Bir de üstüne annen elini bırakıp seni doya doya öpmeye başladığı an, iyice içine tuhaf hisler inmeye başlar. Ya şu sözler ‘‘ o benim bebeğim kocaman olmuşta okula da gidermiş, adam da olurmuş’’ dediklerinde kafanda karışmaya başlar. En azından benim öyle olmuştu. Sonrada göz pınarlarına yavaştan damlalar ilişiverir, etrafını incelemeye başladığında ağlayan, anne bırakma beni, ben büyümedim daha, ben gitmek istemiyorum, burada oyun oynasam bana kızarlar mı? Gibi sözler kulaklarınıza eriştikçe daha da kendimizi tuhaf hissederiz hem merak ederiz karşımızda duran binanın içinde ne olduğunu nasıl olduğunu hem de korku sırnaşır o ufacık yüreğimize, annenin senin elini tutmayı bırakıp da, okul kapısından çıkmak üzere attığı, seni kendinden uzaklaştıran her adımında… Annen artık gözden kaybolduğunda ya hüngür hüngür ağlamaya başlarsın ya da ürkek gözlerle etrafını incelmeye. Öğretmene teyze dersin, giydiğin üniformaya anlam veremezsin, teneffüsün ne demek olduğunu bilemezsin, kendini karmaşık duygular içinde hissettiğin ilk eğitim günüdür ilkokula başladığın ilk gün…

Şu an şu yazıları okuma kabiliyetimizi o yıllarımıza borçluyuz. Ve daha birçok kazandığımız temelin esasını da, her bir gün yarınlar için büyük hazine saklayabiliriz. Zamanı kullanmak da bizim elimizde…

Lisenin ilk günü, ilkokuldaki kadar acemilik yaşamazsın elbette. Gel gör ki lisedeki ilk günün bilgisizlikten kaynaklanmayan fakat oldukça gülünç acemilik anılarının arasına yerleşir. İlk yanına gelip seninle tanışanlarla ilelebet iyi arkadaş olacağını düşünmen, kantinde yemek sıranı kapmaya çalışan üst sınıftan öğrencilere tırsık yüz ifadesiyle seve seve yerini vermen, hocaların dersi nasıl işleyeceğiyle ilgili çektikleri nutukları aynen uygulayacağını sanman, arkadaşların hakkında çok tatlı ya da çok gıcık insan şeklindeki ön yargılara kapılman gibi…

Ben ne çabuk büyüdüm. Her biri gözlerimin ucunda film gibi geçiyor. Daha dün gibi liseye başladığım yıllarımı hatırlıyorum. Her biri yeni heyecan uyandıran, yeni umutlar oluşturan lise yıllarım bir eğlenceli bir hüznü tattıran lise yıllarım. Ya arkadaşlarım, daha ilk sıra arkadaşım aklımda ne kadar çok derslerde gırgır geçtiğim o yıllarım şimdi kayboldu. Bir daha geri dönemem dediğim o yıllar ne çabuk geçti ne kadar hızlı ellerimden aktı. Bir de lise aşkım hiç ama hiç unutmadım. Ne güzeldi o günlerim. Ne kadar unutulmaz kılındı. Yüreğim daha dünkü gibi hatırladıkça kuş çırpınışı kadar hareketli ve dolu heyecanlar oluşuyor ama hatırladığımda. Sözlerimizi geri alamıyoruz ki yıllarımızı nasıl alabiliriz yeniden?

İlkler gerçekten unutulmaz olanlardır. Okul hayatında yaşadığın ilkler de bu unutulmazların başında yer alır. İlkokul aşkını ömür boyu aklından çıkaramazsın. İnsan hayatında kaç kez aşık olabilir ki, sizi bilmem ama ben hayatımda iki kez âşık oldum. Çocukluğunu kimse unutmaz… Çünkü mezara kadar içindeki çocukla yaşarsın, hiçbir insan geçmişinden kaçamaz. İlk düşük notunun kaç olduğuna, ne zaman sorulsa hatırlayıp cevap verebilirsin. Hocanın sana ilk kızışını, onun kim olduğunu bile hatırlarsın. İlk arkadaş kavgan, ilk hayal kırıklığın, ilk çılgınlığın yaşamındaki en önemli tecrübelerin olur. Okulun ilk günleri de ömrün boyunca yüzüne tatlı bir tebessüm kondurur.
Yazan: Burcu Nermin Ozhan

Bir Daha Geri Dönemem


BİR DAHA GERİ DÖNEMEM

Hayatımızda yapmak istediklerimiz vardır… Birçoğunu gerçekleştiririz, gerçekleştirdiklerimiz olduğunda vardığımız mutluluk hazzı bizi farklı boyutlara taşır bunu anlamaya ya da anlatmaya sözcükler bulamayız ve zaman geçtiğin de bu hazzı yitirmeye başlarız. Peki, gerçekleştirdiklerimiz olduğunda bir yanda da kaybettiklerimiz bizi hiç düşündürür mü? Zaman akıp geçerken şu anın, geçmişin, geleceğin her birinin farkında mıyız? Yoksa günübirlik kahkalarıyla vakit mi öldürüyoruz? Ben geleceğe dair birçoğunu gerçekleştirirken, geçmişimin parçalarını eğilip toplarken, şuanın içinde giden kayıplarımda mı oluyor? Ve ben bunları çok düşünüyorum! Olması gerektiği gibi mi oldu ya da o an yapmam gerekeni mi yaptım? Sorusunu kendime çok soruyorum. Pişman olmak, keşke sözcüğünü sıralamak bana göre değildi; çünkü hayattan en iyisini istiyordum iyiliğin en güzelini, doğanın mucizesini, insanlığın muhteşemliğini dünyam için daha mutlu gelecek için şuan için ve geçmiş için en iyisini istiyorum…

Hayatın en önemli sırrı zamandır. Zaman benim için çok önemli, her şeyin bir zamanı ve zamanında gerçekleşmesi için de sabır ve azmin olduğudur. Yaşadığımız dünyadaki acı gerçeklerden UTANIYORUM! Zamansızca dünyaya getirilen çocukların geleceğini kararttıklarından, onlara acı yaşatan anne ve babadan veya anne ve baba sevgisinden yoksun çocuklar yaşadığından çok utanıyorum. Böyle muhteşem hayattan umutsuzluğa kapılıp intihara kalkışıp son veren insanlarımız olduğundan ve bunlara asla dur diyen olamadığından, sevgi gösteremeyen ailelerin aciz olması beni boğuyor. Ve sanırım eğitimsiz aile kuruldukça doğu insanlarının töreleri devam ettikçe insan kaderiyle çok oynanacak. Gözlerimizi yummaya devam edeceğiz bu karanlık yaşananlara, asla konuşamayacağız. Hiç kimse de dur diyemeyecek kadar vicdansız çıkacak.

Bu hayatta, bugünün kıymeti bile çok vahim çok nükte dar bazılarımız günübirlik anlarla o bazılarımız geleceğin temelini oluşturmadan bugün yaşayıp yarın olamayacakmış düşünen acizlerdir. Ve geçmişlerinden bir parça bile taşımayanlardır. Onların algıları anlıktır sürekli kendilerinden kaçarak kimliklerini saklarlar ve kendilerini kandırırlar ve bir zaman sonra anlarlar yaptıklarının anlık olduklarını kavrasalar da yol çoktan yarılanmış olur. Zamanı geriye alamayacaklarından, geri kalan ömürlerini de vicdan azabı çekerek yaşarlar.

Elinde varlıklarının bolluğu içinde yaşayıp mutsuz olan insanları da anlayamayız. Rahat olduklarını düşünsek de, EH! Bazılarımıza rahatlık batar. Ve kendimize bolluğun huzurun içinde işkenceli yollar ararız huzursuzluk yaşamak için elimizden geleni yaparız düşünmeden huzursuzluğu özleriz. Bu da paramızla rezil olmak gibi bir şeydir ya da o kadar yıl okumak için çırpınırız bir yerlerde bulunmak için bulunduğumuz yer istediğimiz olsun ya da olmasın daha fazlasını istermişçesine doymamış kurtlar gibi çırpınır hatta edindiğimiz mesleği kötüye kullanarak bir an da uçurum kenarında olduğumuzu fark ederiz. Gerçekleştirmek istediğimizi gerçekleştir sekte vardığımız hazdan tatmin alamıyoruz ve alamadığımız zamansa o anda kaybediyoruz hayata dair her şeyimizi keşke sözcükleriyle sıralıyoruz…

Bunların hepsi her insanın hayatın darbesinde yaşayacağı derin gözlem hislerini kapsar. Ve aynı duyguları işler, her bir gün yaşayarak geç olduğunu kavrasalar da hiçbir şey değişmez, değiştiğini anlasak ta. Hepimizin yaşamı aynı değildir. İnsan gücünün büyüklüğünü anlayan bazılarımız değişiklikleri gözle görülür hale getirirler. Bazılarımız şuanı, geçmişi, geleceğini değiştirecek gücü kendilerinde bulabilirler ve istediklerini her an yapabilir, mutluluğu kavrarlar; çünkü onlar kendilerine güvenen güçlü nitelikli insanlardır. Öyle her şeyi yargılamazlar, ellerindeki mutluluğun değerinin inceliğini bilirler. Her sabah gözlerini açtıklarında o muhteşem gün ışığını görebildiklerine şükretmesini dile getirebilenler vardır ve ben de onlardanım. İşte yaşamın özünü bilmekte şükretmekten gelir.

Mutsuzluk kavramını bizler oluşturuyoruz. Üzülen bizlerizdir. Mutsuz olmamız gerektiren duruma mutsuzluk diyerek mutsuzluğu ortaya koyarız ve böylece kurtulamayız. Mutsuzluğu ortadan kaldırmak için yeni şeyler kavrayabilmek, mutsuzluğa yol açanın neler olduğunu düşünmek aklımızın ucuna bile gelemez ve bunları bazılarımız ‘‘BEN MUTSUZUM’’ kavramını sorgulama özürlüsüymüşüz gibi devamlı dile getiririz. ‘‘Parasız mutluluk olmaz ki’’ cümlesi günümüzde bazı beyin özürlüleri sayesin de popüler oldu. Bir yaşlı kadına yardım etmek, bir öğrenciye bilmediği konular hakkın da bilgi vermek kadar güzel bir mutluluk yoktur. Televizyonun karşısın da vakit öldürmeyi bırak ailene yardım et bazı işlerde o da yoksa kalk yerinden bilmediğin konular üzerine kütüphaneye gidip kendini bilgilendirerek mutluluğu kavra. Minibüse vereceğin parayı cebine koy yürüyerek gideceğin yere ne kadar kalori verdiğini düşün ve mutluluğu hisset bedeninde. Farz edelim ki; gideceğin yer uzak minibüsteki o güzelim koltuğuna yerleştin ve o da ne bir yaşlı kadın ya da erkek, o da değil sanırım kucağında bebek taşıyan bayan ya da hamile bir bayan hayal gücün seninle bu günümüzde sık sık karşılaştığımız durum ve oturacak yerde kalmamışken sen oturuyorsan hala yerinde mutsuzluk kapısını açtın demektir. Ve mutsuz olmaya da devam edebilirsin. Çünkü unutma ki bir gün sende yaşlanacaksın ve sana da yer veremeyen olabilir. O yüzden hemen yerinden kalk yerini ver. Mutluluğun hem o anını kavra hem de geleceğin mutluluk kapısını arala. Seçim sana kalmış ‘‘ben mutsuzum, param yok nasıl mutlu olabilirim’’ cümlesini özürlüler gibi kullanmaya devam et, hayatın boyunca da öyle sorgusuz kal. Bu büyük bir kandırmaca olacağından, kendimizi bile bile mutsuzluğa sürüklemeyelim. Yeni bir şeyler için çırpınalım elbet kapımızı mutluluk çalacak yeter ki isteyelim.

İnsanlar yaşlanıp ölüyor. Etrafımızda sevdiğimiz her insan yaşlanıyor, sevgiye muhtaç ve ölüm korkusuyla yaşıyorlar. Bunları bizler de yaşıyoruz ya da yaşayacağız her insanoğlu gibi bizlerde bir gün yaşlanıp ölüm korkusuyla yaşayacağız, sevgi dolu kucaklar bulamadığımızda etrafımızdakilere böbürlenip onlara şans vermeyip oraya buraya sürekli kızacağız ve sonra tansiyon derdimiz başlayacak. Bunlara fırsat vermeden yakın yaşlılarımızla sürekli ilgilenip onlara sevgi dolu kucaklar dağıtmalıyız. Gülerek bazen ağlayarak onlara destek olmalıyız. Onların geçmiş yıllarını dinleyerek, hayattan alacağımız dersleri iyice kavramalıyız. Unutmayalım ki onların anlatacakları her bir şey hayatın bir ipucunu sunar. Bu da bizim için çok değerli bir hediyedir. Kim bilir onların yaptığı hataları yapmamış olur, yapmak istedikleri güzel şeyleri de bizler gerçekleştirerek, onların huzurlu olmalarını sağlarız. Bunları yaparken de kendi ayaklarımızın üstüne daha sağlam basmayı öğreniriz. Sevgili anneannemin dediği gibi ‘‘kendi ayaklarının üstünde azimle durmayı bilmelisin’’ ve şimdi anlıyorum. Kendi ayaklarımın üstünde durmanın faydalarını ve onun bu sözleri neden söylediğini, anneannemin toprağı bol, yattığı yer huzurlu olsun. Sizlerle birlikte andığım için, bu yazıları dökebilme gücü olduğundan şükrediyorum. Bir kez daha yaşamayı gözler önüne sererek, yaşamı sevdiğim için şükrediyorum.

Bunların her biri yaşamın özü her biri bizi hüzünlendiren, mutluluğa götüren yollar. Mutluluk kapısını çok ararız ama mutluluk gözünüzün ucunda fark edemediğiniz kadar size yakın, bir gün çocukluğunuzu, gençliğinizi kaybedip yaşlanacaksınız. Ve çok şey kaybettiğinizin farkına varabilirsiniz o zaman ‘‘hayat serüvenim demek ki bu kadar’’ diyebileceksiniz. Bir daha geri dönemeyiz. Kaybettiğimiz yıllar bir daha gelemez. Yavaş yavaş ellerimizden akıyor şu an, şimdi tam zamanı dediklerinizi iyi değerlendirin. Gittiklerinde asla geri gelmez. Nefes aldığımız her bir gün bizim için bayram. Ümitlerle yarına sarılmanız dileğimle…

Yazan: Burcu Nermin Ozhan